Ellerinde cep telefonu, tablet, bilgisayar. Dünyaları sosyal medyadan ibaret… bir nesil diyerek.
Ama, bu zahiri görüntüyü , 4 yıldır düzenlenen “ABDÜLHAMİT HAN’I ANLAMAK” konulu kompozisyon yarışması değiştirdi. Gençlerimizin ne cevherler gizledikleri, yukarıdaki suçlamaları boşa çıkaracak derecede şuurlu, milli ve manevi değerlere sahip oldukları, geçmişi iyi bildikleri ve değerlendirdikleri ortaya çıktı.
İki günlük seri halinde, 2017 ve 2018 yıllarında yarışma birincisi olan gençlerimizin yazılarını okuyunca siz de gururlanacaksınız, geleceğe daha umutla bakacaksınız.
Bugün 2017 yılı birincisi olan “Kumluca Havva Sedat Avcıoğlu Fen Lisesi Öğrencisi MUSTAFA ÇETİNKAYA” nın yazısını sunuyorum. Yarın da 2018 yılı birincisi olan “Serik Anadolu Lisesi Öğrencisi BİRGÜL SARI’”nın yazısını sunacağım.
Böyle şuurlu, milli ve manevi değerlere sahip gençlerimizin çoğalması dileğiyle…
"HASTA ADAMIN" SON ÇIRPINIŞI”
Bir diyar düşünün ki; nice asırlar boyunca; yüce dağları, gür Pınarları, mümbit ovaları, engin deryaları; her bir katresi, her bir nefesi için can alıp can vermiş olsun.
Bir millet düşünün ki; kendi memleketlerinden, ata diyarlarından, hısımından, akrabasından vazgeçip, onlarca dağı, yüzlerce bağı, binlerce yarı aşıp, nice savaşlar vererek, nice ordular yenerek var olan. O millet; hayallerini kuşatan, masalarında her daim anlatılan, nice efsaneye medar olan; her gidenin hayran kaldığı, gitmeyenin tahayyüle daldığı, işitenin hasretle yandığı, gönüllerin uğruna attığı, yiğitlerin yolunda kılıç salladığı aziz bir millet.
Böyle cemil bir diyara, böyle kamil bir millet yaraşırdı elbet... Derken ansızın - doğuda Moğol ' un, batı da Haçlının ateşi arasında kalan bir coğrafyada, bir tohum çimlenecek ve iki yüz çadırlık bir aşiret Anadolu'nun tam bağrına hasretle beklenen bağımsızlık sancağı dikilecekti. Küçücük filiz, asrını saran kara kışa ve zulme rağmen tulu edecek ve ışığı ile üç kıtayı kuşatacaktı. Kaleleri değil gönülleri fethedecek, şehirlere değil sinelere yerleşecekti.
Nice devletler düşünün ki, benliğini yalnız zulüm ilkesinin ve bencilliğinin sarmış olduğu pragmatizmde filozofları aşmış, insanlara sadece çıkarları nispetinde değer veren, öz milleti olmayana tenezzül etmeyen, adale en ve hoşgörüden uzak, medeniyetten ırak, hazların esiri olmuş, doğruyu yalnız kendi faydasında bulmuş, sözde dünya devletleri...
Öyle hainler düşünün ki, öz benliğine, kendi milletine, yegane hakikate ihanet etmiş, makam ve mevki için doğruyu terk etmiş, kölesi olduğu devletler gibi zalim, gözlerini kamaştırır ışıltısı üç beş akçenin...
Derken haşin zaman, zalim devletler ve nice hainler narin çınara en şedit bir şekilde taarruz edecek ve çınarın yavaş yavaş yaprakları dökülecekti. Düzen bozulacak, mimsiz medeniyetin ve cahiliyetinin tesiri altında her geçen gün biraz daha yavaşlayacaktı...
Ansızın Darillsaadet'te bir ışık belirecekti. Birden bir mum tutuşacak ve yanmak pahasına etrafına ışık saçacak ve ümit olacaktı. İşte bu mum, Osmanlı'nın otuz dördüncü padişahı Serdar-ı Hakan'dı. ..
Bir sultan düşünün; nice kurtların ölümünü iştahla beklediği "hasta adama" ilaç olmuş, adeta yeni bir devlet kurmuş, bitti denilen yerde asıl her şeyin nasıl da yeniden
Başlayabileceğini gösteren, ufak bir karyedeki garibanın derdi ile dertlenen, merhameti damarlarındaki kandan ziyade bedeninde hakim. Ayrı değil kalbinde evladı ile milletinin.
Bir siyasetçi düşünün; casusların dahi bilmediği bir istihbarat ile dünyayı takip eden, her gelişmeden haberdar olan.
Abdülhamit Han kendisine yöneltilen olumsuz sıfatların aksine yeniden bir uygarlığın dirilişine vesile olacak kadar ileri görüşlü ve medeni, kendisine suikast düzenleyenlerin mahkeme karan ile idamları kabul görüldüğü halde, idam cezasını sürgüne tebdil ettirecek ve gittikleri yerde sıkıntı çekmemeleri için sürgündekilerin cebine kendi kesesinden altın koyacak kadar yüce gönüllü, otuz üç yılltk saltanatı boyunca her suçluyu affedecek ama yalnızca; annesini vahşice katleden birisinin ölüm fernıanını imzalayacak kadar insani değerlere sahip olan. Onca yıllık Sultam devirmek için gelen isyancıları görünce
huzura çıkıp: "İzin verin onları saray kuvvetlerinin en edna birliği ile damıadağın edip, zincire vurarak huzunmuza getireyim." diye yalvaran Tahsin Paşa'ya" Hayır Paşa! Ben nefsim için tek bir Müslüman kanının akmasına razı değilim!" diyerek saltanatından vazgeçecek kadar koltuk sevdalısı olmayan, kendisine hazinenin görmediği ve göremeyeceği kadar altın teklif eden Yahudilere bir karış toprak dahi vermeyecek kadar vatansever biridir. Yıldız Sarayı'nda: sert bir karyola, kağıt desteleriyle dolu bir dolap ve basık loş bir odadan ibaret serveti ile devrin servet ve sefahatinden uzaktı. Ayrıca Renni ilmiyle çocukluğunda ağacın dibinde otururken yere çizdikleri, bugün beldelerimizde oturup masa başında uğraştıklarını ise asrın projesi kabul edip, çoğunu yapmaya teknolojimizin ve imkanımızın yetmediği, mühendislerin geliştinnekte aciz kaldığı dahiyane tasarımlar ve daha nicesinden ibaretti.
Abdülhamit siyasi bir dahi oluşunu defaatle ispatlamış ve en azılı düşmanları dahi onun bu kemaline hayran kalmıştı. Asrın fevkinde bir hükümranlık sürmüştü.
Bu coğrafyadakiler ve bu vatana sevdalı olanlar için AbdUlhamit'i anlamak; dünyayı saran kaosa ve vahşete karşı koymak olacaktır. Filistin'de akan kanı, Suriye'de kanayan yarayı durdurmak olacaktır. Babaların gözyaşlarını, anaların feryadını dindinnek olacaktır. Adaleti ve hoşgörüyü tekrar kıtalara hakim kılmak olacaktır. İlmin ışığı ile
aydınlanmak ve insanlığı aydınlatmak olacaktır. Kısacası Abdülhamit'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.
Kalın Sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.