1
  • BIST 9006.55
  • Altın 3060.438
  • Dolar 34.2719
  • Euro 37.2152
  • Antalya 20 °C

"DELİ MUHBİR KİMDİR"

Teslime Tosun

 

 

Türkiye gündeminde Antalya olarak herkesin dilindeyiz, yazı konusunda ve manşetlerdeyiz. Ama Antalya’da temsilciliği bulunan AA,İHA ve DHA’dan oluşan 3 haber ajansından tek satır geçmiyorlar.

 

Yıllar önce Antalya’da temsilcilikleri bulunan DHA-Hürriyet-Sabah-Akşam-Milliyet gibi gazetelerin temsilcileri İstanbul’daki merkezin haberleri olmadan kendi aralarında centilmenlik kararı almışlardı. Buna göre aldıkları karara uygun Antalya haberleri geçiliyor, diğerleri servis edilmiyordu. Yani bir nevi kendi aralarında sansür mekanizması kurmuşlardı.

 

Onlarca haberimi bilirim çöpe giden. Haberlerimin akıbetini sorduğumda “Üniversitedeki o hoca iyi, valiyi kızdırmayalım şimdi, turizme zarar verir” gibi sansürlerine gerekçeler sunarlardı. 90’lı yıllarda Kemal Horzum, Orhan Aslıtürk, Turan Çevik, Nurettin Güven gibi hayali ihracatçı olan ve yargılandığı davadan ceza alan bir otel sahibinin her sabah Mercedes ile cezaevinden alınıp, ofisine götürülmesi olayı vardı ki, haber 1. Sayfadan girebilecek bir haber ve sabahın köründen itibaren an be an fotoğraflamıştım bu haberi. Ama o dönemdeki büro şefim bu haberi de geçmemişti.

 

Antalya Türkiye gündemindeyken, yerel basının gündeminde ise Lara’da mutfağında yangın çıkan beach, çekirgeler ile mücadelede hindilerin kullanılması, memurların kur korumalı maaş istemesi gibi haberler oluşturuyor.

 

Şu anda uluslararası alanda, yeraltı dünyasında, devletin veya başka kliklerin arasında bir hareketlenme ve örtülü bir hesaplaşma olduğunu normal bir okuyucu rahatlıkla gözlemleyebilir. Bunun göbeğinde ise ne yazık ki yine Antalya var.

 

Şimdi birkaç yazıdan ve olaylardan derlediğim ve kendi tecrübelerimle sizlere aktarmak isterim.

 

Türkiye’nin her anlamda dünyaya açılan kapıların ilki İstanbul’dur, ikincisi Antalya’dır. Ayrıca Antalya her daim yeraltı dünyasının göz bebeği olmuştur. İstanbul’dan sürgün yiyen mafya babası da soluğu Antalya’da alır. Bir süre gözlerden uzak olmak isteyen karanlık yönleri bulunanlar da Antalya’yı tercih eder. Uluslararası hesaplaşmaların da merkezi de maalesef Antalya’dır.

 

Kısa bir örnek verecek olursak, Amerika Federal Kolluk Kuvveti olan FBI içerde, merkezi istihbarat ekibi olan CIA elemanları ise dünyanın her yerinde aradığı Ukraynalı hacker Maksym Yastremsky Kemer Çamyuva’da tatil yaparken yakalanmıştı. Yastremsky'le dostluk kurup, onu Türkiye’ye gelmeye ikna eden İsrail uyruklu arkadaşı Maxim Turchak’ı ise biz gazeteciler hiç görememiştik bile. Bir süre sonra Turchak’ın sırra kadem bastığını söyleyebiliriz.

 

2007 yılında gerçekleşen bu olayda filmlerde izlediğimiz CIA ajanları ile ilk kez canlı olarak karşılaşmıştım. İzbandut gibi birisi siyahi iki CIA ajanlarının özel yetkiyle Antalya’ya geldiklerini ve her ne hikmetse Ukraynalı hacker Maksym Yasteremsky’i cezaevinde sorguladıklarını ve adliye emanetinde olması gereken bizim Türk bilgisayar uzmanlarının açmayı başaramadıkları özel şifreli iki bilgisayarın CIA ajanları tarafından alındığını öğrenmiştik.

 

Peki Yasteremsky Amerika’ya gönderilmemek için ne yapmıştı biliyor musunuz?

Kimin organize ettiğini bilmiyorum ama cezaevinde iken Türk vatandaşı bir kadınla evlendirilip, Türk vatandaşlığını elde etmeye çalışıyordu. Böylece Türkiye, Amerika ile yaptığı anlaşmalar gereğince kendi ülke vatandaşını Amerika’ya verme veya iade etme gibi durum ortadan kalkmış oluyordu.

 

Ben polis-adliye muhabirliği yaparken Antalya polisinin İstanbul polisine endeksli çalıştığını bilirdim. Bu nedenle misal İçişleri Bakanlığının duyurduğu bir haber vardı. İsrailli vatandaşlara suikast düzenleyecek İran’lı tetikçilerin İstanbul’da yakalandığına yönelik.

Bir süredir İran’lı bilim insanlarına ve üst düzey istihbaratçılarına yönelik suikastlar düzenleniyordu. Son olarak geçtiğimiz Mayıs ayında İran Devrim Muhafızları'nın üst düzey isimlerinden Albay Hassan Said Khodaei'nin evinin önünde silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmesinin ardından, İran’ın İsrail'e karşı misilleme arayışında olduğunu sokaktaki çocuk bile tahmin edebilir.

 

Elbette bunun için en uygun zemin Türkiye olacaktı. İsrail ile Türkiye’nin normalleşme dönemine girdiği bu günlerde İran’lı turist, öğrenci veya iş insanı görünümündeki İran’lı tetikçiler İstanbul’da cirit atacağını herkes tahmin edebilirdi. İşte bizim istihbarat kaynaklarımız da bu yönde çalışma başlatmıştı. Tıpkı Cemal Kaşıkçı olayında olduğu gibi ülke olarak büyük bir skandalın ortasında kalmadan İstanbul’da İran’lı tetikçiler yakalandı. (Burada hepsinin yakalandığını zannetmiyorum. Ama Türk polisi ipin ucunu yakaladıktan sonra gerisinin geleceğine inancım vardır)


Peki ya tatil için Antalya’yı tercih eden İsrail’li turistler için aynı ihtimal var mı?

Antalya İran’lı turist kaynıyor desem her halde yalan olmaz.

 

Bu nedenle polisin, istihbarat kaynaklarının Antalya’da geniş çaplı çalışma yaptığını tahmin etmek çok da zor olmaz.

 

Elbette artık Antalya’da iyi bir habercilik örneği sergileyen ajanslarımız ve meslektaşlarımız pek kalmadığı için bunlardan ne yazık ki haberimiz olmuyor.

 

Şimdi gelelim Antalya’yı ilgilendiren diğer konuya

 

 

Birkaç gün önce Sabah Gazetesinde Necip Hablemitoğlu’nun suikastı azmettiricisi-planlayıcısı olarak hakkında tutuklama kararı çıkan emekli albay av. Levent Göktaş’ın Antalya sokaklarında sırt çantasıyla dolaştığının fotoğrafları yayınlandı.

 

Ağzım açık haberi baştan sona okudum.

 

Sabah Gazetesinin haberine göre “Eski Özel Kuvvetler mensubu Mustafa Levent Göktaş yakalanmamak için 13 günde 5 ev değiştirmiş. Suikast tarihi olan 18 Aralık'a kadar dosyanın zaman aşımına uğrayacağını düşünerek saklanmak için 6 aylığa villa kiralayan Göktaş'ın bütün planları deşifre oldu” diyordu.

Haberin devamında operasyon günü iki işbirlikçi ve bir avukatla buluştuğu restoranda kendisini yurtdışına kaçırmalarını isteyen, bıyıklarını da restoran tuvaletinde kesen Göktaş’ın Antalya’da gezerken, kiralık arabalarda dolaşırken fotoğrafları yayınlanmıştı.

 

İşte Türkiye’yi günlerce sallayan, Türk Demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen Necip Hablemitoğlu suikastı haberinin baş kahramanı saklanmak, kamufle olmak için yine Antalya’yı tercih etmişti.

 

Yerel basınımızda bununla ilgili olarak yine tek bir satır yoktu.

 

Bu arada konuyla ilgili haberleri okurken bir şey dikkatimi çekti. Dünyanın tarafsız dijital ansiklopedisi olarak kabul edilen Wikipedia, Mustafa Levent Göktaş ile ilgili olarak kaçtığına yönelik haberlerin yayınlanmasından tamı tamına 7 saat sonra bilgi girdi. Wikipedia’ya göre Mustafa Levent Göktaş Türk Silahlı Kuvvetlerinin en önemli ismi ve 3 defa üstün madalya almış tek komutan olarak tanıtılarak “Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye getiren komutan” olarak bildiriyordu. “ 9 Haziran 2022'de Hablemitoğlu cinayeti soruşturmasında aralarında Levent Göktaş'ın da bulunduğu 9 emekli asker hakkında gözaltı kararı verildi. Fakat Göktaş adresinde bulunamadı. Levent Göktaş, Rusça, İngilizce, Arapça ve Kürtçe bilmektedir.” Dedi.

 

Bunun hemen ardından Wikipedia bir değişiklik daha yaptığı dikkatimi çekti. Belki ben yanılıyorumdur bilmiyorum. Levent Göktaş’ın doğum tarihini önce 1966 olarak girdiler, bir saat sonra bunu 1959 olarak düzelttiler.

 

Ha önemli bir başka bilgi daha eklediler. Lakabı yani kod adının “Ozan” olduğu bilgisi yerleştirildi.

 

 

 

Bir başka konu ise T24 Haber sitesinde Gökçer Tahincioğlu imzasıyla yayınlandı. Gökçer Tahincioğlu’nun ismini bilmeyen yoktur herhalde. Türkiye’de ne kadar casusluk-cinayet-devlet-mafya ilişkili gibi film senaryolarına taş çıkartacak habere imza atmış önemli bir isim.

 

Sayın Tahincioğlu’nun haberine göre JİTEM davası olarak bilinen, 1993-96 yıllarında arasında 19 kişinin öldürülmesine ilişkin, aralarında eski bakan Mehmet Ağar’ın da bulunduğu 18 sanıklı davada, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden cinayetlerde kullanıldığı iddia edilen Uzi ve Baretta marka silahlarla ilgili beklenen yazılar dosyaya girmiş.

Ertaç Tinar’ın koordine ettiği Hospro firması tarafından hibe görüntüsü altında gönderilen 280 Uzi marka tam otomatik silah ve özel ekipmanların, davanın sanıklarından, eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin’in talimatıyla, sayım yapılmadan Özel Harekat Şube Müdürlüğü’nün Antalya ve Ankara Gölbaşı’ndaki tesislerine gönderildiğini ortaya koymuş.

 

Yani 1993-1996 yılları arasında Susurluk silahlarının bir kısmı Antalya’ya gelmiş.

 

 

 

 

Dosyaya giren geçmiş tarihli raporlarda, silahların Türkiye’ye ilk kez 22 Aralık 1993’te girdiğinin belirtilmesine karşılık Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yazısında silahların eski özel harekâtçı Korkut Eken’e 24 Haziran 1994 'te teslim edildiği belirtilmişti.

 

Tam o dönemde Antalya’da infazlar başlamıştı. HADEP Yöneticilerinden birisi Kepez bölgesindeki evinde uyurken öldürülmüştü. Önemli-önemsiz cinayetlerin ardından kurucu il başkanı olan Diyarbakır’lı bir diş hekimi Gençlik Mahallesindeki ofisinde silahla kafasına sıkılarak öldürülmüştü. O dönem bir polis arkadaş, “Kafasından çıkan mermi, Türkiye’de bulunan bir silah mermisi değil” demişti. Bu cinayetin katili bildiğim kadarıyla hala bulunamadı.

 

İşte son cinayetin ardından HADEP’liler yürüyüş yapmış slogan atarken “Hizbukontr” diyorlardı. Meğer “Hizbullahkontragerillası” ismini kısaltmışlardı.

 

Tahincioğlu’nun bu haberini okuduktan sonra bir an düşündüm ve iliklerime kadar titredim.

 

Hafızamı biraz daha canlandırdığımda, o dönemde kitaplara konu olan, Susurluk olayları ve bazılarını benimde gazeteci olarak yakından bildiğim olaylar silsilesi gözümün önünden geçti.

 

Polis-adliye muhabirliğimin en hızlı günlerini yaşıyorum. Gençliğinde getirdiği pervasızlıkla cesur haberlere imza atıyorum.

 

Varsak bölgesinden sık sık vatandaşlarla görüşüyorum. Zira o dönemde belediye başkanı olan Hüseyin Ayanoğlu ile ilgili haberler yapıyorum. Kafam hafsalam almıyor, zira Ayanoğlu’nun o dönemde karıştığı adli olaylardan bir tanesini sıradan bir vatandaş yapsa gözünü cezaevi hücresinde açacakken, Hüseyin Ayanoğlu’nun adeta dokunulmazlığı vardı.

 

Yıllar sonra istihbaratçı Mehmet Eymür’ün kitabında rastladığım konuyu Varsak’lı vatandaşlar sık sık dile getiriyordu. Buna göre Ayanoğlu’nun Varsak Bölgesinde arazi verdiği karanlık tipli bazı adamlar buz fabrikasına getirdikleri insanlara işkence yapıyorlardı. “İşkence yapılan adamların seslerinden uyuyamıyoruz. Jandarmayı arayınca azarlayıp kapatıyorlar. Orada ne yaptıklarını bilmiyoruz” diyorlardı.

 

O buz fabrikasına o dönemde Varsak’lılar yerel dille “Cortlama yeri” diyorlardı. Yani “Ölüm mekanı”

 

 

Ben ise Başkan Ayanoğlu ile ilgili haber yaparken, manipüle edilmeyeyim diye bu iddialara pek itibar etmiyordum. Zira vatandaşların ihbarına rağmen jandarmanın, polisin azarlayıp telefonu kapatacağına bir türlü ihtimal veremiyordum. Bunu Ayanoğlu aleyhine daha fazla haber yapayım diye kasıtlı olarak yanlış bilgi verdiklerini zannediyordum.

O fabrikanın çevresini defalarca kolaçan etmiş. Gizemli bir durum var mı diye kontrol etmiştim. Gerçekten de buz imal ediyorlar, buz satıyorlardı. Ama bunun göstermelik olduğunu çok sonradan Mehmet Eymür ve Saygı Öztürk gibi yazarların yazdığı kitaplardan öğrenecektim.

 

İşte böyle bir dönemde Korkut Eken ismi ile tanışmış oldum.

 

Bir gün ofiste otururken ismini vermeyen birisi telefonla aradı ve “Yarın ki Varsak’ta yapılacak ihaleyi takip et. Zira orada Korkut Eken’e ve korumalarına arazileri vermek için hülle yaptılar” dediler.

 

Ertesi gün gittim ve ihaleyi takip ettim. Başkan Ayanoğlu yerine Halil Kula diye birisi vekaleten ihaleyi yapıyordu. Başka arsa ihaleleri örneğin 50-100’den giderken Korkut Eken’in vekalet verdiği birileri bir çok arsayı 1-2 bin lira gibi komik rakamlarla almışlardı.

 

Hiç kimse o arsaların ihalesine girmemişti.

 

Aslında olayın iç yüzü başkaydı.

 

Korkut Eken Varsak Bölgesinde kendisine güvenlikli bir villa yaptırmıştı. Çevresindeki arsalara ise korumalarına ev yaptırmıştı. O dönemde yeni yeni Türkiye’ye giren ve Antalya’da ilk kez Korkut Eken’in evinde gördüğüm güvenlik kameraları ile donatılmıştı.

 

Ama arazide bir sorun vardı.

 

Korkut Eken’in villasını yaptığı araziler Vakıflar Bölge Müdürlüğünün arazileriydi. Vakıflar ise Eken tarafından işgal edilen arazilerin satışını yapamıyordu.

 

Bu nedenle Varsak Belediyesi imar düzenlemesiyle Korkut Eken’in villasının arsasını belediye mülkiyetine almış, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ise kendi mülkiyetinde olan başka arsalar vermişti. Yani becayiş yapmışlardı. Daha sonra ise bu arsaları satışa çıkarmış yasal yoldan Korkut Eken ve korumaları arsaları satın almış oluyorlardı.


Bu işlemi haber haline getirmiş ve her ne hikmetse benim haberimi geçmişlerdi. Ertesi gün bu haber küçük bir şekilde yayınlandı.

 

Aynı gece ev telefonum çaldı. Ses tonu sert ve emir kipiyle konuşan bir kişi “Ben Korkut Eken” dedi. “Buyurun” dedim. Dişlerinin arasından konuştuğu ses tonundan belli olacak şekilde “Sen benim haberimi nasıl yazarsın? Seni yok ederim ve saçının telini bile bulamazlar” dedi.

 

Şimdi olsa hayatta yapmam ama gençliğin verdiği pervasızlıkla “Ohooo kardeşim. Ben nerden bileyim senin Korkut Eken olduğunu. Telefonda her Korkut Eken’im diyen adama (Aman abi, vurma beni mi) diyeceğim. Telefonumu bulduysan, evimi de biliyorsundur. Her sabah saat 08.00’de evden çıkıyorum, bir yerlerin yiyorsa gel de vur kardeşim. Arkamdan ağlayacak kimsem yok, anca beni basın şehidi veya kahraman edersin” dedim.

 

Telefonda karşımdaki ses bir an durdu. Sessizce güldüğünü hissettim. Yumuşak bir ses tonuyla “Tamam” dedi.

 

O gün bana telefon açan kişinin kim olduğunu bu gün dahi bilmiyorum.

 

Eğer o gün telefonda karşımdaki kişi Korkut Eken’se ben büyük bir badireden geçmiştim.

 

Ama bu olaydan hemen sonra, yeraltı ayakları olan bir başka meslek büyüğümüz, “Kız sen Korkut Eken’e kafa mı tuttun? Çok hoşuna gitmiş” demesi de hala hafızamda canlıdır.

 

Yazı çok uzun oldu.

 

Demem o ki, Antalya basını maalesef şu anda bazı basın mensuplarının yaptıkları iddia edilen eylemleri Twitter'de deşifre eden “Deli Muhbir kimdir” olayına odaklanmış haldeler. Bu haberleri derleyecek ne bir polis-adliye muhabiri var, ne de Antalya’lı okuyucusuna sunacak bir Allahın kulu gazeteci var.

Sen varsın ya! demeyin.

 

Benim yazabildiğim de bu kadar!

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 3574 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2018 Antalya Haberal | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.