Geldik hafta sonuna. .
Güzel ve alımlı kadın mutlaka gazetede yer bulurdu. Görsel olarak hoş geliyordu. Sabah sabah gazeteyi eline alan, kadın-erkek fark etmez, ilk sayfada kanlı-çirkin şeyler görmektense göze hoş gelen şeyler görmeyi tercih ettiğini meslek büyüklerimiz fark etmiş bu nedenle güzel ve alımlı kadınlar, yavru kedi veya köpekler gibi şeyleri daha ön plana çıkarıyorlardı.
Tüm bu polis-adliyelik kötü fena şeyler insanların içlerinin daraldığı haberler hep 3. Sayfaya konulur.
Ben de kendime şöyle bir yöntem bulmuştum. Kadınlarda benden çirkininin hiç şansı yok. Fotosuz üç satırlık bir haber olarak sayfaya girebilir. Ancak benden güzeli 3. Sayfa, daha da güzeli, alımlısı kesin 1. Sayfada yer alır. Haberin nereye gireceğini az çok bu kriterlere göre hesaplıyordum.
Bir gün Çallı Emniyet müdürlüğü merdivenlerinden inerken, uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, böyle İskandinav kökenli gibi bir kadın merdivenlerden çıkıyor. Böyle bir kadın emniyet müdürlüğüne geliyorsa, kesin bir olay var ve ne için geldiği hiç önemli değil, kesin 1.sayfaya girecek bir kadın vardı karşımda.
Anında U dönüşü yaparak kadının peşine takıldım. Girişteki nöbetçi memurlara derdini anlatmaya çalışıyor, onlar ise hiç görmediğim kadar nazik bir şekilde, ses tonları filan üzüntülü olarak “Biz ne yapalım” gibi şeyler söylüyorlar. Hemen yanında bittim ve kendimi tanıtarak “Ne oldu size nasıl yardımcı olabilirim?” dedim.
Kadın da kendisini tanıttı. Hayvanları koruma Derneği Antalya Şube başkanı ve ismi Sevda Kıraç. Sayın Kıraç’la tanışmam böyle oldu.
Emniyete geldiği konu ise, Antalya’ya bir sirk gelmiş. Sirkin sahipleri borç nedeniyle tüm hayvanları bırakıp kaçmışlar. Hayvanlar Serbest bölgede liman yakınlarında bir yerdeler. Ama ne yiyecekleri var, ne içecekleri su. Açlıktan bir hal olmuş. Serbest bölgeden de çıkamıyorlar, gümrük v.s nedeniyle..
Neyse telefonlarımızı aldık ve hayvanların yanına gitmek üzere anlaştık.
Ofise geldim, efsane büro şefimiz Cevat Eren’e durumu anlattım. Haberin büyüklüğünü anında kavramıştı. Hürriyet’te daha ilk günlerim olduğu için riske girmedi ve Deniz Akgün ağabeyi görevlendirdi. Deniz ağabeyle birlikte hayvanların bulunduğu yere hep birlikte gittik.
Cevat Eren ne kadar ileri görüşlü bir büro şefi ki; tecrübeli muhabir Deniz Akgün’ü görevlendirmiş.
Deniz ağabey, Sevda Kıraç’ı bir aldı eline, hayvanlarla ne fotoğraflar çekiyor, ne fotoğraflar. Benim aklımdan bile geçmeyecek olan bir mizansen hazırladı ki, böyle ağzım açık kaldı. Sevda Kıraç, kocaman bir ayıya sarıldı, kadınla birlikte Ayı duygusal bir an yaşıyorlar, zebralar’ın boynuna sarılıyor filan sirk te ne kadar hayvan varsa fotoğraflar çekildi.
Ertesi gün gümrükte aç-bilaç kalan hayvanların haberi 1. Sayfadaydı.
Dedim ya, Sevda Kıraç’la tanışmam bu haberde oldu. Birlikte öyle güzel ve keyifli haberlere imza attık ki, bu haberlerle birlikte hayvan haklarıyla ilgili insanlarda çok gelişme oldu.
İstanbul’da çirkeflik yapan Panter Emel lakaplı bir kadının haber yapılması bir kenara bırakıldı ve nazik, kibar, alımlı, güzel ve ne söylediğini gayet iyi bilen, konuştuğu zaman kendisini dinletebilen Sevda Kıraç tüm özel kanalların vaz geçilmez haber unsurlarından birisi olmuştu.
Türkiye onun sayesinde hayvan konusunda bilinçlenmeye başladı, farkındalık oluşturmuştu.
Ve elbette birlikte öyle çok maceraya daldık ki, hangi birisini anlatayım.
Bir dönem Kemer yolunu mesken tutan hayat kadınları türemişti. Turizm kenti Antalya’da Kemer’e giderken, hayat kadınları çirkin bir görüntü oluşturuyorlardı. Hele turistlerden müşteri kapmak istedikleri zaman trafiği tehlikeye düşürüyorlar.
Sevda Kıraç Tempra bir arabayı yeni almıştı.
Bir gün Sevda Kıraç’la birlikte Kemer tarafına bir olaya gidiyoruz. Yol kenarında kadınları görünce ben Sevda Kıraç’a “Dur da şunların fotoğrafını çekeyim” dedim. Kıraç ise “Ay ben bunlardan korkarım” filan dedi ama yine de beni kıramadı ve durdu.
Araçtan indim, elimdeki makinada geniş açı objektif takılı olduğu için kadın karede bit gibi kalıyordu. Biraz yanaşayım derken, kadın bana seslendi “Gel gel fotoğraf çektireceğim” diye bağırdı. Bende yolun karşısına geçtim. Kadına yaklaştım, tam bu sırada beyaz bir araba durdu kadınla pazarlık yapmak isterken ben deklanşöre basmaya başladım. Araçtaki şoför fotoğraf çektiğimi fark edince bastı gaza, kadın da “Al, al diyerek tişörtünü kaldırıp, donunu indiriverdi. Ben denklanşöre ardı ardına basarken, çalıların arkasından başka kadınlar da çıktı ve ellerindeki taşlarla bir saldırıya geçtiler.
Meğer diğer kadınlar çalıların ardında bekliyorlar, birisi müşteri bulunca diğeri çıkıyormuş yol kenarına.
Üç kadın hep birlikte beni taşlamaya ve ardımdan koşmaya başladılar. Ben hem taşlardan kendimi korumaya hem de kadınlara yakalanmamaya çalışıyorum derken Sevda Hanıma bağırıyorum, “Arabayı çalıştır, arka kapıyı aç” diye.
O’da tam sigara yakıyormuş, manzarayı görünce ağzındaki sigara kucağına düşmüş. Ama hemen komutu aldı, sol kolu ile arkaya uzanıp, kapıyı açtı. Ben arabanın içine boylu boyunca attım ve “bas gaza” dedim. Bu sırada zap zap etrafımıza taşlar düşüyordu. Taşlar arabaya ulaşmaya başladı bile. Sevda Hanım tıpkı Amerikan filmlerindeki gibi gazı kökledi ve biz resmen uçtuk.
Bu sırada kucağına düşen sigara koltuğu hafifçe yakmıştı bile.
Başımıza geleni gülerek konuşurken, beyaz bir araba Sevda hanımın arabasını sıkıştırmaya başladı. Öne geçip, bizi durmaya zorluyordu.
Hayatımda gördüğüm en iyi araba kullananlardan birisi olan Sevda Kıraç, mini manevralar ile bundan kurtuldu ve öne geçti. Ama adam peşimizi bırakmıyor. Tampon, tampona Kemer yolunu bitirdik. Çok soğuk kanlı bir şoför olan Sevda hanım, dikkatli ama hızlı bir şekilde Kemer ilçesine dönen kavşağı döndü. Biz adamı kadınları pazarlayan malum kişilerden birisi olarak tahmin ettik.
Böyle adamların silahsız dolaşmadıklarını bildiğim için Sevda hanıma zarar gelmesin diye “Sen kenara yanaş, ben konuşayım” dedim. Sevda hanımda bunu kabul etmedi, yola devam etti. İlerde jandarma arabasını görünce kenara yanaştı, ki biz adamın jandarmayı görünce kaçacağını düşündük. Ama adam da arabasını kenara çekti ve arabadan indi. Sevda hanıma arabada kalmasını söyleyerek araçtan fırlayıp adamın yanına iki adımda vardım.
“Ne istiyorsun lan” diye adama bağırarak atar yapınca adam “Dur bacım, dur. Az önce kadının önünde duran araba benim. Fotoğrafımı çektiniz. Ne olur onu yayınlamayın, ben evliyim. Karım öldürür beni” deyince ben gülmeye başladım. Arabanın durmasından daha güzel bir kare vardı elimde ve “Söz veriyorum kardeşim senin arabanın fotosunu yayınlamayacağım” dedim.
Arabaya döndüğümde durumu anlattığım zaman, birlikte yaşadığımız macerayı ve heyecana epey güldük.
Sevda Kıraç, Antalya’dan başlayarak Türkiye’de hayvan hakları konusunda sembol bir isim olmuştur.
“Hayvanları koruyacağım” derken bu günkü gibi çirkinleşen ve çirkefleşen bir tavrı asla olmadı. Kimseyi tehdit edip, dövmeye filan kalkmadı. Her daim hanımefendiliğini koruyarak, her zaman üslubunu bozmadan hayvanların da bu dünyada yaşam hakkı olduğu savundu. Onlarca, yüzlerce eziyet gören, işkence yapılan hayvanları kurtardı. Burnuna halka takıp, Ayı oynatan kişilerle de mücadele etti, köpeğini bağlayıp, su vermeyen sahibiyle de mücadele etti.
Günümüzdeki kendilerini havyan sever olarak tanıtan bazıları gibi hiç kimsenin yaşamını çekilmez hale getirmedi. Sosyal medyadan linç etmedi. Hiçbir mama firmasından nemalanmadı, prim almadı.
Örnek alınabilecek bir hayvan severdir Sevda Kıraç. Uzun süredir görmediğim Sevda Kıraç’a selam olsun
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.