1
  • BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • Antalya 15 °C

HAFTA SONU EĞLENCESİ 55

Teslime Tosun

Birkaç haftadır yazmamıştık hafta sonu eğlencemizi.

 

 

Manavgat taraflarında bir köyde yapılan düğünde magandanın birisi gelin alımı sırasında silahla havaya ateş ediyor. Oynarken sağa-sola salladığı elindeki silahın varlığını unutmuş ki, tetiğe bastığı anda kurşun öyle milimetrik gidiyor ki, önce zurnacının boğazından girip, zurnacının arkasında oynayanları seyreden bir kadının alnın ortasına saplanıyor.

 

Akşam saatlerinde meydana gelen bu olayın ardından gecenin azıcık ilerleyen saatlerinde haberimiz oldu. Elbette efsane kaptanımız Yusuf Yavuzyiğit’le çıktık yola. Yusuf Kaptan çok yönlü şoför arkadaşımızdı. Müthiş zeki, saliseler içinde olayları kavrama ve analizini yaparak çözümleme yeteneğine sahip. Öyle bir ikna etme yeteneği var ki, bazen ona “Yusuf Kaptan şu zekanı, ikna kabiliyetini ticarette kullansan vallahi gömgök zenginsin. Neden bizim gibi zırtapozların kahrını çekiyorsun” diyordum.

 

Her neyse, bizim olaydan haberimizin olmasıyla ve olay yerine intikal etmemiz elbette gece yarısını çoktan geçirmişti. Gece saat 01.00 suları ve biz köyün içinde düğün evini arıyoruz. Köy tam bir sessizlik içinde. Hiçbir evin ışığı yanmıyor. Gözümüze kestirdik bir evi ve kapısını çaldık. Adamları uyandırarak olayın olduğu düğün evini sorduk.

 

Uyku sersemi köylüler şaşkın şaşkın kapısına gelmiş gazetecilere ne diyeceklerini bilemediler. Hele bir tanesi pencereyi açtı, atletli vücudunun bir kısmını pencereden dışarı sarkıtarak, karanlıkta silüet halinde 120 kiloluk beni görünce “Haaeeh, ne deyorun seen. İn’misin-cin’misin Allama. Destur savuş, destur savuş.” Dedi, bu arada kafasını içeri doğru çevirerek muhtemelen yatakta yatan eşine doğru, “Gayz neydi o concalaz cin görünce okucamız sure” diye tepki vermesi karşısında “Dayı sen hiç obez-şişman cin gördün mü? İnsanım ve gazeteciyim. Düğünde iki kişi ölmüş orayı arıyorum” dedim.

 

Sonunda anlaşabildik. Elbette yolu ve evi tarif ederek bizi gönderdiler. Türlü engebeler içinde sonunda evi bulabildik. Engebeler diyorum, gecenin bir yarısı karanlıkta avlu kapısı zannedip, frenk yemişinde kapı kolu bile aradım. Ellerim minik dikenlerle doldu. O derece yani.

 

Sonunda düğün evini bulduk, aileyi bulduk ve meramımızı anlatabildik.

Ben gelin ile damadın fotoğrafını çekmek istiyorum, ölenlerin fotoğrafını bulamaz isem gelin ile damadın fotoğrafını vereceğim ki, “En güzel günleri zehir oldu” gibi bir başlık filan atabilirim. Hem de elim boş dönmemiş olurum.

 

Aile “Gerdeğe girdiler, nasıl kapılarını çalalım şimdi?” diyorlar. Bir türlü ikna edemiyorum. Burada Yusuf Kaptan’ın bas-bariton ses tonu devreye girdi ve emir kipiyle, “Bu gazeteci Antalya’dan geldi. Düğünde iki kişi ölmüş. O adam gözaltına alınmış olabilir ama damadın elinde de silah var deniliyor. Uyandırın damatla-gelini. Yoksa damat gözaltına alınabilir” gibi şeyler söyleyince isteksizce gelinle damadın kapısını çaldılar. Pek de uykudan uyanmamış oldukları her hallerinden belli olan damat önce çıktı. Yusuf kaptan yine aynı emir veren ses tonuyla konuştu ve “Gelini de çağır, beraber fotoğrafınızı çekeceğiz. Ellerini de uzat. Bu gazeteci ellerini de çeksin, belki barut izi filan vardır.” Gibi akla mantığa gelmez şeyler söylüyor ama söyledikleri işe yaradı.

 

Bas-bariton sesli ve kararlı bir şekilde emir vererek konuşan bizim Yusuf Kaptanımız adeta hipnotize etmiş gibi herkes söylenenleri harfiyen yerine getiriyordu. Damat gelini çağırdı, beraber yan yana fotoğraflarını çektim. Mecburen damadın ellerinin de fotoğrafını çekmiş oldum.

 

Ölen kadın akrabalarıymış, hemen birisi gitti cenaze evinden kadının fotoğraflarını da getirdi.

 

Geriye sadece zurnacı kalmıştı. Evinin adresini aldık ve sabaha karşı Manavgat’ta romanların yerleşik olduğu bölgeye vardık. Elbette bu arada uyandırarak işe dahil ettiğimiz bizim Manavgat muhabiri bizi oraya gitmememiz için ikna etmeye çalıştı. “Orada sizi keserler, öldürürler. Sokağına bile giremezsiniz. Ben gitmem. Sizde gitmeyin çok belalı bir yerdir orası. Polis bile giremiyor” gibi şeylerle bizi ikna etmeye çalıştı. Gerçekten o mahalleye girmeye korkuyordu.

 

Ben zaten “Ölüme gidiyoruz kaptan” desem “Ne taraftan gidiyoruz, yolu göster” diyen bir karaktere sahip olan Yusuf Kaptan’la birlikte gittik ölen roman zurnacının evine. Hiç kötü bir şeyle karşılaşmadık. Bizi eve davet ettiler.

 

Yer minderleri var ve herkes evin içinde oturuyor. Bize yer açtılar ben oturdum, Yusuf Kaptan ise çeribaşına yakın oturdu. Antalya’dan geldiğimizi ve gazeteci olduğumuzu söyledik. Onlar ise bana nereli olduğumu sorunca Yusuf Kaptan atladı oradan duruma müdahale etti. “Bacımız da Döşemealtı civarından ama Zeytinköy’lü. Babasını kesinlikle tanırsın. Süleyman ama koca bekçi olarak bilirsin” dedi.

 

Ben şaşkınlıkla bakarken, adam “Tanımaz mıyım, çok iyi bilirim. Benim çok yakın arkadaşım. Davulcu Süleyman. Ahhh, ah biz onunla gençliğimizde neler yaptık, neler yaptık. Madem bizim Süleyman’ın kızı ben seni şurada cepcazımda taşırım” dedi.

 

Tam bu sırada oturduğum yerde başımın üzerinde duvardan devasa bir şey bir anda çıktı “Upuşaşaşışırıhihihi” diye bir ses çıkarınca boşta bulundum ve “Allaah” diyerek 120 kilo olmama rağmen yerimde adeta 50 santim yukarı fırladım. Odadakiler yıkılıyor gülmekten.

 

Meğer oturduğum yerin arkası ahırmış. Duvarın üst tarafı boşta pencere gibi düşünün. At kafasını uzatmış benim başımın üzerine denk gelen yerde. Kişneme gibi bir ses çıkarınca ben yerimden fırlamış oldum.

 

Ortalık sakinleşince ölen zurnacının fotoğrafını istedik. “Ne demek buyur çek” dediler. Nasıl yani? Dedim. Yine oturduğum yerin yan tarafında duvara dayalı cenaze varmış. Ön tarafta insanlar oturduğu için ben fark edememişim. Önünden insanlar bir çekildi, karşımda gırtlağından vurulmuş, gözleri yarı açık ceset ile karşı karşıya kaldım.

 

Meğer romanlar cesedi almak için ortalığı yıkınca, savcılık zurnacının otopsisini yarım yamalak yapıp, teslim etmişler. Onlarda gecenin bir yarısı eve getirdikleri zurnacıyı yatırmışlar, başında sohbet ediyorlarmış. Başka fotoğraf olmadığı için mecburen cesede beyaz bir gömlek giydirdik. Gözlerini biraz daha açarak vesikalık fotoğraf çeker gibi çektim ama ne yaparsam yapayım, gözlerinin içindeki fer söndüğü için ölmüş olduğu her halinden belliydi.

 

Manavgat’tan dönüşümüz sabaha kalmıştı.

 

Erkenden filmleri banyo yaptım, haberi yazdım ve hazırladım. Sabah gelen istihbarat şefine filmi teslim ettim ve gidip biraz uyumak istediğimi söyledim.

 

“Eline sağlık, emek sarf etmişsin. Güzel haber” bile demeyen istihbarat şefinin söyledikleri hala hafızamda. Şimdi olsa “Fazla mesai, insani çalışma şartları mobbing“ sözcükleri havada uçuşur.

 

İstihbarat şefi benden haz etmiyordu. Biraz dik kafalı olduğum için beni kışkırtıp, ipe sapa gelmez şeyler yapayım ki, beni işten kovdurabilsin veya ben artık dayanamayarak istifa edip çekip gideyim istiyor. Başka bir muhabir olsa rahatlıkla, “Dinlenebilirsin” derdi ama karşısında ben olduğum için “Sabaha kadar çalışmış olman beni ilgilendirmez. Şimdi polis-adliye haberlerine devam edeceksin. Akşama en az 5 haber bekliyorum” dedi.

 

Mecburen o gün akşama kadar bin bir türlü beddualar ederek göreve devam ettim. Akşam saatlerinde ise artık pilim bitmişti. Gündüz yaptığım haberleri akşam üzeri yazarken klavyenin üzerine başım düşmüş uyumuştum. Bir de bunun için fırça yedim.

 

O gün eve gittiğimde yaptığım tek şey, banyo yapıp yemek bile yemeden yatağa atmaktı kendimi.

 

Ertesi gün istihbarat şefiyle nasıl hesaplaşacağımın derdine düştüm.

 

Öyle bir plan yaptım, kendisiyle öyle bir ödeştim ki! Bu gün hala o olayın başına nerden geldiğini biliyor, ama kimden geldiğini bilmiyor.

 

Her zaman söylerim hayat mottom şu felsefe üzerine kuruludur. “İntikam almayı sevmem ama ödeşmek adettendir. Kimsenin bende alacağı kalmaz. İyilik yapan iyilik alır, kötülük yapana da kötülük olarak borcumu her daim öderim”

Bu yazı toplam 2018 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2018 Antalya Haberal | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.