Geldik mi hafta sonuna? Başlasın mı düşündürücü ama gülümseten anılarımız?
Bir gün 100. Yıl caddesindeki ofiste haber yazıyorum. Elimde 4 haber var ve ben son hızla haberleri yetiştirmeye çalışıyorum.
Ben haber yazarken, yanımda birisi konuşuyorsa, telsiz çalışıyorsa ki bu bir çok defa başıma geldi, haberi değil otomatik olarak konuşulanları yazıyorum. Kafamda haberin kurgusunu yapmışım, standart yazım biçimi ile “Ahmet Ç. dün saat 14.00 sıralarında, önceden husumetli olduğu Mehmet T.’yi dört yerinden bıçakladı” gibi bir haber yerine yanımdaki masada belediye muhabirimizin başkanın basın danışmanıyla yaptığı telefonla konuşmasını yazmaya başlıyorum. “Yav birader ben dün belediyeye geldim. Başkan beni uzaktan gördü, elini salladı, yanına gittim. Hımmm, hee.. “ gibi abuk subuk şeyler yazıyorum.
Sinir oluyorum, arkadaşlarla başlıyoruz hırlaşmaya. “Kardeşim sen benden önce gelmişsin haberini yazmışsın. Eyvallah, ya bana 10 dakika müsaade etseniz, bu dört haberi de yazacağım. Gidin mutfakta bir çay için. Tam ben haber yazarken mi buluyorsunuz telefon konuşmasını” diye.
Yine böyle bir günde kapı çalmış, bizim emektarımız Zeliha kapıyı açmış, kapıda adamın birisiyle cebelleşiyor ve ben istemsiz olarak yüksek sesle başladıkları konuşmayı habere geçirmeye başladım. “Karım beni terk etti, bunu haber yapın, yapmazsanız başka yere gideceğim, kafama sıkacağım” Zeliha “Muhabirler haber yazıyor, biraz sonra gelin veya şurda bekleyin” dedi ve haber yerine bunların konuşmalarını yazdığım için benim sinir tepeme çıktı yine. Zira sil yazıyı, tekrar habere konsantre ol, yeniden otomatiğe bağlanmış gibi yeniden yazmaya başlamak bana eziyet ve zaman kaybı.
Sonra Ahmet İstek kardeşim geldi, adamla konuştu. “Teslime çözer bunun işini” dedi ve gitti.
Adam oturdu beni bekliyor.
Ama adamın çenesi durmuyor kardeşim. Bıdı, bıdı, bıdı bıdı Zeliha’ya anlatıyor. Zeliha ise bu gibi işlere çok meraklı, adamla sohbet ediyor.
Bu nedenle delirdim yine.
Haber yazmanın imkanı yok.
Bıraktım haberi, bunların olduğu yere geçtim. Nedir kardeşim senin derdin? Diye giriş yaptım.
Adam anlatıyor. “Eşim beni sevmiyor. Muhtemelen başkası ile kaçtı. Beni terk etti. Bunu haber yapın. Eşimi bulun” dedi. Ben ise “Bir kadın kolay kolay evini terk etmez. Sen kadına ne yaptın da eşin seni terk etti? Diye sordum. “Arada sırada dövüyordum” dedi. “Oğlum senin karın eşek mi? Ki eşeği bile dövemezsin. Hayvan yerine koyduğun eşini dövüyorsun, sonra sana şefkat göstermesini bekliyorsun. Bak anlamadın galiba eşim diyorsun. Yani seninle eşit olan kişiden bahsediyorsun” gibi başladık adamla karşılıklı polemik yapmaya.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla kadın bunun sarhoş eve gelmelerinden ve sürekli şiddet görmesinden bıkmış ve yine anladığım kadarıyla bundan kurtulmanın tek çaresi olarak evden kaçmayı bulmuş.
Kadını haber yaparak, bulunmasını sağlamak, bu hayvani adamla yeniden aynı evde yaşamasına zorlamak olacaktı. Kadını aynı cenderenin içine sokmayı hiç içim istemediği için haberi yapmadan adamı savuşturmaya çalışıyorum. Benden bulmasın da, gitsin nerde ne yaparsa yapsın diye düşündüm.
Adam inatçı, “Karım bana dönsün başka bir şey istemiyorum. Bulun benim karımı” diyor başka bir şey demiyor. “Kardeşim burası kayıp insanları bulma yeri mi? Karına iyi davransaydın. Her ‘karım kaçtı’ diyen adamın karısını bulmaya çalışmak benim vazifem değil. Sen iç, iç sarhoş eve gel. Karına şiddet uygula, evden kaçınca elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi ağla. Ben de sen yeniden o kadıncağıza eziyet yapabilmen için haber yapayım, bulup sana getireyim öyle mi? Önce insan olmayı öğren hıyar sonra karını ara, şimdi s… r ol git” dedim.
Adam kendisinden beklemediğim bir çeviklikle yerinden sıçrayıp, yanıma geldi. “Ben ettim abla, sen etme abla. N’olur abla karımı bul bana” diye.
Allah, Allah çattım belaya. Adam nasıl bir psikolojik şeye girdiyse artık. Etmediğim hakaret kalmadı, adam ise köpek gibi yaltaklanıyordu.
Bu arada bir şey dikkatimi çekti. Üzerinde eşofman, altında başka bir eşofman altı giymiş. Ayağında ise ayağına küçük gelen bir terlik var. Eşofmandan çok terlik dikkatimi çektiği için “Ayakkabın yok mu senin?” diye sordum bir anda.
“Abla eşim evden kaçarken, sokağa çıkıp, onu takip edemeyeyim diye, tüm elbiselerimi ve ayakkabılarımı almış. Sabah kalktığımda üzerimde bir don, bir atlet vardı. Tüm kıyafetlerimi yanında götürdüğü için komşulardan aldığım kıyafetleri giyebildim de öyle sokağa çıkabildim” dedi.
Anaaa, haber lank diye önüme düşmüş oldu.
Evine gittik. Gerçekten evinde kıyafet olarak sadece üzerindeki don kalmış adamın. Kadın yanında götüremediklerini makasla lime lime etmiş.
Neyse topladık haberi ama asla kadını suçlamadan, bu ilginç evden kaçma olayını haber haline getirmiş olduk.
Sonuçta eşi bulundu ama adama geri dönmedi. Zavallı diyemeyeceğim koca, defalarca polisten karısının adresini istedi ama polis vermedi. Bana sorduğunda ise “Eşin senden boşanmakta kararlı ve boşanma davası açmış. Seninle görüşmek ve geri dönmek istemiyor. Sen şimdi git, bundan sonra hayatını düzene koyarak nasıl yaşayacaksın onu planla” dedik.
Adam ilk şoku üzerinden atlattıktan sonra, son görüşmemizde gerçekten memleketine dönüp arpa-buğday ekmeyi planlıyordu.
Şimdi düşünüyorum da, adamın yine de insani yönü galip geldi. Yoksa kadını geri döndüremeyen bazıları gibi sonu felaketle bitebilir, resmen bir erkek terörü yaratabilirdi.
Ama kadının zekasına da intikam hırsına da hayran kalmadım desem yalan olur. Tüm kıyafetleri götür, götüremediklerini makasla lime lime et. Adamı bir tek donuyla ortada bırak. Şeytan gibiyimdir. Valla böyle bir şey benim bile aklıma gelmezdi.
Yaratıcı zekadaki insanları severim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.