Geldik hafta sonuna ve başlasın bizim eski anılarımız..
90’lı yılların en karanlık dönemlerinden birisindeyiz. Faili meçhul cinayetlerin ardı ardına yaşandığı dönemi size şöyle açıklayabilirim.
Tansu Çiller Başbakan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve Avrupa insan hakları derneklerinin Türkiye’deki insan haklarının ihlal edildiğine yönelik ağır baskılar uygulamaya başladığı dönem. Tansu Çiller’in “Karakollarımızda işkence asla yoktur” dediği gün, Antalya Emniyet Müdürlüğüne, sorgu merkezinde kullandıkları manyetolu elektrik cihazı yerine göstergeli elektrik verme aleti gelmişti.
Artık eskisi gibi ne kadar elektrik verdiklerini bilemeyip, hayatını kaybedenler olmayacaktı. Böylece ölümlerin önüne geçilmişti. Dijital göstergeli elektrik aletinde “Kaç wat vereyim abime? Önden 80 wat ile başlayalım, sonra 220’ye kadar çıkarız” dönemiydi.
Mete Altan Antalya emniyet müdürü ve ilk defa Antalya Emniyet Müdürlüğüne güvenlik kameraları geldi. O zamanlar güvenlik kamerası ilk olarak bu binada kullanıldı. Şimdiki gibi sokaklarda, evlerde her yerde olan kameraları ilk gördüğümüzde şaşkınlığımızı siz düşünün.
İthal edilen ve dolar ile satın alınan güvenlik kameralarının birisi Çallı Emniyet Müdürlüğü binasının asansör girişine, ikincisi Emniyet Müdürünün özel kalem müdürlüğü girişine takılmıştı. Kayıtlara göre 4 kamera daha var ama kameralar ortada yok.
Altan ve ekibine kızan bir müdür ağabeyimiz, “Teslime, kayıtlara göre 6 kamera alındı. İthal edilen bu kameralardan ikisi burada ama geri kalan 4 tanesinden ikisi Mete Altan’ın Lara bölgesindeki kendi üzerine kayıtlı villasına, birisi şu emniyet müdür yardımcısının Varsak’taki evine, diğeri ise filanca emniyet müdür yardımcısının apartmandaki kapısına takıldı. Bunu bir araştır istersen” dedi.
“Tamam abi” dedim ve çıktım dışarı.
İlk olarak bu kameralar Elektrik ve elektronik şubenin yetkisinde. Buradan bir polis memuru abimize “Abi bu kameralar kaç tane alındı. Bunlar çok pahalı imiş” dedim. “Evet bunlar çok pahalı. Birkaç tane daha alındı” dedi. Bunların nereye montajı yapıldığını sordum. Söylemedi.
Biraz daha etrafta soruşturdum. Anladım ki, gerçekten ithal edilen devletin kameraları Mete Altan’ın villasına takılmış. Hemen çıkıp, Lara’daki villayı bulayım ve güvenlik kameralarının fotoğraflarını çekeyim diye Emniyet Müdürlüğü asansörüne bindim, aşağı indim. Asansörün kapısında daha önce hiç görmediğim iki zeballah gibi memur beni bekliyordu. İki kolumdan kaptıkları gibi beni yeniden asansöre bindirip, 7. Kattaki elektrik, elektronik muhabere şubesine götürdüler.
Koltuk altlarımdan kollarını geçiren zebellah gibi memurlar, hatırı sayılır kiloda olan beni kuş gibi uçurarak şube müdürünün odasına, un çuvalı gibi fırlatıp, attılar. “Kapıdayız müdürüm” deyip çıktılar.
Kaldık baş başa müdürümle.
Önce yumuşak giriş yaptı, saygıdeğer müdürüm. “Teslime kusura bakma o arkadaşlar terörle mücadele şubesinden. Biraz kaba oldu getirilmen. Bunlar dağlarda gözlerini kırpmadan adam öldüren polisler. (Teslime hanımı buraya getirin) dedim. Normalde seni davet etmeleri gerekiyor ama bu adamlar vatan-bayrak olunca babalarını bile kafasına kurşun sıkacak adamlar. Biz davet edin dedik, adamlar seni kapıp getirdiler dedi.
Ben şaşkınlıkla “Yok müdürüm, önemli değil) dedim. Ama bu muamelenin benim gözümü korkutmaya yönelik bir senaryo olduğunu anlayabilecek kadar tecrübeliydim.
Saygıdeğer müdürüm önce “Bunu sana kim söyledi?” diye başladı sorgulamaya. Bundan bir sonuç çıkmayınca “Bu haberi yapabilirsin sıkıntı yok. Ama bize, bunu sana kimin söylediğini söylemen gerek. Biliyorsun PKK ile bir vatan mücadelesi içindeyiz. Bu gün sana bunları anlatan, yarın bizim operasyon bilgilerimizi PKK’lılara sızdırabilir. Biz kendi içimizdeki bu haini bulmamız ve bertaraf etmemiz gerekiyor. Çünkü bu bir devlet bekası sorunudur” dedi.
Bu yöntem de sonuç çıkmayınca bu sefer “Teslime bu bilgiyi sana vereni bize söylersen eğer, tüm polis olaylarında sınırsız yetkin olacak. Her cinayet, hırsızlık, yaralama hangi olayı istersen polisle operasyona bile sokacağım seni” dedi.
Ben hala ısrarla dayanıyorum sorgulamaya.
Bana güvenip, bu bilgiyi veren kişinin ismini söylediğim gün benim polis muhabirliğimin bittiği gündür. Aşağıdan yukarı o dönemde 2 bini aşkın personel benim haber kaynağımı açıkladığımı öğrenecek ve bir daha hiç kimse bana güvenip, tek kelime etmeyecekti.
Elbette bu sorgulama sırasında elimdeki büro ile haberleşmede kullanılan telsizim elimden alınmıştı. Cep telefonları daha piyasada yok. Kapının önünde duran korkutucu görünümlü polisler iki de bir kapıyı açıp, “Müdürüm biz alalım artık” diyerek kendilerini gösteriyor, sonra geri çıkıyorlar. O gün orada beni öldürseler ve benim cesedimi bir yerlere gömseler, kimsenin benim akıbetimi öğrenme şansı yoktu. Zaten annem ve babam ölmüş, kardeşlerim kendi dünyalarında. En fazla benim çalıştığım gazete bir iki haber yaparak “Muhabirimiz kayboldu” derler. Bir süre sonra polis onlara herhangi bir suç uydurup, “Teslime şu suçu işledi ve yakalanacağını anladığı için yurt dışına kaçtı” deseler kim inanmaz ki!
Bunların hepsi kafamın içinden geçiyor ve ne yalan söyleyeyim, içim ürperiyor.
Size komik bir şey anlatayım. Sorgulamada boncuk gibi terliyorum, polis tarafından infaz edileceğim diye korkuyorum ama bu arada “Ulan keşke elektrik faturasını ödemeseydim. Cüzdanımda 1 lira bile yok. Hiç olmaz ise son olarak güzel bir yemek yerdim.” diye geçiriyorum içimden.
Müdür kah tüm şefkati ile vaatler verip alttan alıyor. Kah en nemrut hale dönüşüp tehditler ediyor. Bir kötü olup bağırarak, bir şefkatli davranıp sinirlerimi bozarak, bir çok denemeden ve yaklaşık 2 saatin sonunda son kartını oynadı.
Biraz önce benim kafamdan geçirdiklerimi yüzüme karşı söyledi ve “Teslime şu iki polis artık insanlıktan çıkmış vaziyette. Bunlar bir ay adam öldürmezler ise bunalıma girerler. Seni onlara vereceğim ve cesedinin kemiklerini dahi bulamazlar. Ya bu odadan bu ismi verip çıkacaksın, ya da sen yok olacaksın” dedi.
Bu iki saat bana 2 hafta, 2 ay, 2 yıl gibi geldi ve son sıkıştığım o 2 saniye içinde beynimde adeta flaşlar patladı. Birden stadyum ışıkları beynimin içine yandı ve her yer aydınlandı. Hatta beynimdeki elektriklenmede woltaj o kadar yükseldi ki, ben gülümsüyordum.
“Tamam müdürüm açıklayacağım” dedim. Müdürün ağzı kulaklarına gelerek “Ha şöyle Teslime yola gel abim” dedi. Ama bilmiyordu ki ben hiçbir zaman yola da gelmem, boyun da eğmem.
Avuçlarını açarak “Anlat abim” dedi son derece şefkatli ve babacan haliyle..
“Abi sen söyledin ya bunu bana. Hani asansörün orada (Bu Ş.. . . ler devletin parasıyla alınan kameraları evlerine taktılar, yaz bunu Teslime) dedin abi. Şimdi bana niye böyle davranıyorsun abiiiii” deyince
Müdür adeta masasının üzerinden uçarak eliyle ağzımı kapatmaya çalışıp, “Sus Teslime sus. Allah belanı versin defol çık dışarı” diye beni kapının önüne attı.
Meğer müdürüm odasında benim sorgumu kamera kaydına alıyormuş!
Ben de “Sen söyledin bunu bana” deyince müdürümün şafağı atmış!
Kapının önünde bekleyen memurlar ayağa kalktı. “Allah’ım şimdi gittim ben dedim. Ama asla bunlara beni öldürmesinler diye yalvarmayacağım. O zevki tattırmayacağım” dedim içimden.
Çenemi yukarı kaldırıp, vücudumu en dik haline getirip, gülümseyerek “Gidelim bakalım” dedim. (Ama ayaklarım titremeden dolayı birbirine dolaşıyor. Kolay değil ölüme yürüyorum)
Müdür kapının önüne gelip, iki memura “Atın bunu dışarı ve bir daha emniyete alınmasın” diye talimat verdi. Korkutucu iki memur, bıkkın bıkkın beni asansöre bindirdiler, aşağı indirdiler ve dışarı çıkartıp bıraktılar.
Ben kendimi ölüme o kadar hazırlamıştım ki, bırakılıverilince ne yapacağımı şaşırdım.
Habere gelince, ben haberi yaptım ama, galiba emniyet müdürü büro şefine telefon açıp, devreye girince o haber yayınlanmadı.
N0T: O şube müdürünün “Emniyete alınmasın” talimatı en fazla iki gün sürdü. Müdür devreye girip, haber servis edilmedi ama benim de emniyete giriş yasağım kaldırıldı. Bu arada polisin içinde bu olay duyuldu ve en güvenilir, sağlam gazeteci olarak beni gördüler. Daha önce beni tanımayan polis memurları bile, “Bu muhabir o kadar baskıya dayandı ve bir memuru, müdüre karşı korudu” diye büyük itibarım oldu. Müdürler istediği kadar benden bilgi saklasınlar, hangi polise gitsem bana en güzel bilgileri sağladılar. O kadar beni sevdiler ki, bazen olay yerine geç gittiğimde bile cesedi kaldırtmıyor, benim için bekletiyorlardı. Onların sayelerinde en güzel haberlere imza attım. Buradan hepsine teşekkür ediyorum. Ama bana bu bilgiyi veren bir memur değil, bir müdürdü. Memurlar arasında işime geldiği için bunu da hiç açıklamadım. Herkes memur zannediyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.