Antalya gündemini yakından takip eden ve parti fark etmeksizin iyi bir muhalif olan Recep Tokgöz, dün sosyal medyadan “Teslime bacı geçen hafta Ankara’ya yaptığın ziyaretleri anlatırken Tarım Bakanlığının ülkemiz tarımı ile yaptığı projeleri duyunca ağzım açık kalmıştı diye yazmıştınız. O gün bu gün soracaktım o projeler ne diye? O projeleri yazsanız da benim de ağzım açık kalsa” demiş.
Elbette güzel abim.
Sayın Tokgöz ve onun gibi merak edenler için küçük bir seçki hazırlamak istedim.
Tarım ve Orman Bakanımız Prof. Dr. Vahit Kirişçi işi bilen ve anladığım kadarıyla yeniliklere, yeni fikirlere açık birisi. Bu nedenle danışmanlarını da kendisine uyumlu, yeni fikirlere açık ve bunları uygulamaktan korkmayacak kişilerden seçmiş.
Örneğin danışmanı Zeliha Sönmez hanımefendi. Bakan Kirişçi’nin öğrencisi. Ancak iş yaşamına atıldıktan sonra da hiç irtibatlarını kesmemişler. Hoca Vahit Kirişçi, öğrencisi Zeliha Sönmez’in saha çalışmalarını hep yakından takip etmiş. Sayın Kirişçi bakanlık koltuğuna oturduğu sırada Sönmez Azerbaycan’da büyük ölçekli bir tarım merkezinin başında çalışıyormuş. Kurduğu tarım entegre tesisleri Azerbaycan’da örnek olarak alınan ve daha sonra çoğalan bir tarım tesisi haline gelmiş bir isim.
Zeliha Sönmez’in başında olduğu projelerden biraz bahsedeyim size.
Dikey Tarım konusu Antalya’ya yabancı değildir. Yani toprak yok, güneş yok sadece özel yapılmış yapay ışıklandırma ve otomasyon var.
Peki İstanbul’un göbeğinde, yerin 30 metre altında ve 250 m2 bir alanda 20 dönümlük arazide yetiştirilebilen sebzeleri yetiştiriyorlar desem ne dersiniz?
Kağıthane Belediyesine ait bir otoparkın son katını yani eksi 30 metredeki yani Dünyada dikey tarım yapılan en derin ikinci nokta haline getirmişler. İlki Londra’da ve bizdekinin 2.5 metre daha derinin de.
Öyle pahalı, çok büyük bir yatırımla, korkunç paralar harcanarak filan değil onu da belirteyim.
Bu örnek tesisler çoğaltılarak İstanbul’un kendi kendisine yeten ve içindeki 20 milyona yakın insanı besleyebilen bir il haline gelmesi çok ütopik bir proje değildir.
Üstelik nakliye yok, aracı yok ve ucuz sebze ve meyve var.
Bunu niye yapıyorlar?
2050`de dünya nüfusunun 10 milyar, Türkiye nüfusunun ise 105 milyon olacağını, artan nüfus ve sınırlı tarım alanları nedeniyle farklı üretim modelleriyle küçük bir alandan maksimum verim alacak sistemleri kullanılıyor. Aklınıza gelebilecek her türlü sebze ve meyve üretebilirsiniz. Çilek, marul, ıspanak ne olursa yani.
Kapalı alan olduğu için hastalık yok ve bu nedenle tarım ilacı yok! Marulun üzerinde tarım ilacı kalıntısı yok!
12 ay boyunca üretim garantisi var!
Ve bu mini projeden yola çıkarak Türkiye’nin çeşitli illerinde jeotermal ve topraksız seralar kurulmaya başlanmış.
Mesela Denizli, Balıkesir, Afyonkarahisar gibi illerde 10 bin civarında istihdam sağlanacak dev yatırımların temelleri atılmış bile. Dünyanın ve Avrupanın en büyük iki ayrı jeotermal seraları önümüzdeki günlerde devreye girecek. Böylece hem bitkide su kullanımı hem de seralarda en önemli gider kalemi olan ısıtma çözülmüş oluyor. Ayrıca Fueloil, LPG, kömür, odun, doğalgaz gibi havayı kirleten etkenler bir anda devre dışı kalıyor.
Ayrıca yıl boyunca üretim de cabası!
Zeliha Sönmez şimdi kafasında deniz altında sebze üretme teknolojisine takmış. Getirisi-götürüsü uygun deniz kıyısı gibi şeyleri araştırıyor.
Geleceğin tarım arazilerinin denizin altında yapılacak desek çok mu ütopik olur acaba?
İtalya'nın kuzeybatı kıyısındaki Noli şehrinde denizin 8 metre altında özel fanuslarda toprak kullanılmadan yetiştirilen fesleğen, ada çayı gibi bitkilerin normalden 2 kat daha hızlı büyüdüğünü ve geleceğin tarım endüstrisinin bu olduğunu biliyor muydunuz?
Hayvancılıkta ise hani eskiden bizim boz veya kara ineklerimiz vardı. Sütünün, tereyağının ve peynirinin tadına doyamadığımız. Biz yörüklerin dilinde “Gıcık sığır” dediğimiz yerli ırk inekler var ya, işte onların koruma ve ıslah projesi başlamış. Çevreye kolay adapte olması, az besin tüketttiği için kanaatkar olarak bilinen “Yerli kara ve Boz inek”leri besleyenlere anaç sığır başına 2 bin lira, yavrularına ise bin 500 lira destekleme ödemesi yapılmaya başlanmış.
“Mirasımız yerel tohum” diye bir proje ile tohumların çoğaltılması, tanımlarının yapılarak tescil işlemlerini artık devlet bir firmanın tescil ettirip, milyonlar kazanmasına müsaade etmeden kendisi yapıyor ve tescil ettiriyor. Bunları da TİGEM, TAGEM VE BÜGEM tarafından yürütülüyor.
Bunun için halkımızın sandığında, tülbentlerinde sarılı ata tohumlarını toplama ekipleri kurmuşlar. Ekipler köylerde kapı kapı dolaşarak, uğramadık ev bırakmadan Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Eskiyehir, Bilecik, Kütahya ve Bursa’da tohum gönüllülerini ziyaret etmişler.
Ata yadigarı tohumlar tescil edilerek, koruma altına alınıyor.
“Geleceğe nefes, köklerde hayat var” demişler ve deli gibi fide dikiyorlar. Bununla ilgili Tarım Bakanlığının resmi sitesine girdiğiniz zaman hangi ile ne kadar fidan dikilmiş, ne kadar ormanlık alanı var, ağaç sahiplenebilme gibi bir sürü şey var.
Ben merak ettim Antalya’da 261 milyon 762 bin ağaç fidesi toprakla buluşmuş.
“DİTAP” diye bir proje uygulamışlar. Buna göre dijital platformda satıcı ile üreticiyi buluşturuyorlar.
Ben asıl şeye çok bayıldım. Hani işlevi olmayan ama çiftçilerden “Sorma ver” parası alan Ziraat Odaları var ya işte onlar bu günlerde zor durumdalar.
Ziraat Odalarının “bize kayıt olmadan çiftçilik yapamazsın” argümanı, tekeli artık bitiyor. Tarım Bakanlığından destekleme alabilmek için ziraat odalarına kayıt yaptırma zorunluluğu artık kalkıyor. Tarım Bakanlığı “Kimin çiftçilik yaptığını, yapmadığını zaten biz kayıt altına almışız. Bu kayıtları biz yapıyoruz, bir de Odalarından belge almaya zorlamak niye?” demişler.
Ziraat Odaları ÇKS yani Çiftçi kayıt belgesi vermek için köylüden aldığı gelirlere artık atta diyecekler.
Köylünün, çiftçinin son kan damlasını hiçbir şey yapmadan sömüren bu sistemi çürütecek adımlar yavaş yavaş atılıyor.
Ziraat Odası demişken geçenlerde kimsenin haberi olmadan Muratpaşa Ziraat Odası delege seçimlerini kendi aralarında yapmışlar. Sonra yazdıkları bu delegeler, yıllardan bu yana, ama herhalde bir 20 yıl vardır Ziraat Odasına çöreklenmiş Nazif Alp ve ekibini yeniden seçecekler!
Bunların lüks arabalar ile Türkiye’nin dört bir yanında fink attığını biliyor musunuz?
Kendi aralarında karar almışlar. Köylünün alın terini akıttığı, seranın içinde 70 dereceye varan sıcakta çalıştığının karşılığı olan paralar ile eğitim semineri, fuar, vıttırı-vızzık gibi uyduruk şeyler uydurup, gezdikleri yerleri, yedikleri içtiklerini asla sosyal medyada paylaşmıyorlar ve kimselere duyurmadan sessiz sedasız dümenlerini sürdürüyorlar.
Şu Kumluca ve Finike sel felaketleri sonrasında herkes, iktidar-muhalefet Türkiye dört bir yandan çiftçiye destek olmak için çabalarken Ziraat Odası Başkanı Nazif Alp veya ekibinden hiç kimseyi orada görememişsinizdir.
Çiftçiye bir kuruş bile destek verdiklerini ben duymadım!
Çiftçiye afet sonrasında destek vermeyecekse, bu ziraat odaları ne işe yararlar? Lüks arabalara binip gezmekten başka ne iş yapıyor bu arkadaşlar bu odalarda?
Onlar şimdi Tarım Bakanına ‘köylüden, çitçiden aldığımız para kesilmesin’ diye uygulanan ÇKS projesini iptal ettirmek için deli gibi baskı kurmaya çalışıyorlar.
NOT: Unutmadan, Ziraat Odası Başkan vekili Mustafa Balkıç muhtarım, ben yeni duydum. Hayırlı olsun kızınız Gönül Balkıç Eke’yi Ziraat Odasına müdür yapmışsınız! “Sadaka saraydan çıkmasın” dediniz galiba
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.