Yine Hürriyet ve DHA dönemindeyiz. Alanya'dan gelen canavar gibi bir polis-adliye muhabirimiz var. Erdoğan Öztürk.
Erdoğan gece muhabiri olarak görev yapıyor. İş şöyle paylaşılmıştı. Geceden bir olay olursa ve tamamlanamaz ise gündüz polis adliyeciler tamamlayacak. İmza ortak atılacak. diye
Emeğimin olduğu haberde imzamın olmasını isterim. İmzamın peşine düşer ve 'benim ismimi neden yazmadınız?' diye hesap soran birisiyim. Belki bunun nedeni ilk gençlik yıllarında, daha toy zamanlarımda Sabah Gazetesinde çalışırken, senelerce en güzel haberleri ben yapıyordum ama, imza hep başkasına ait oluyordu. Bunun da getirdiği bir psikolojik rahatsızlıkla gazetede çıkan haberde emeğim varsa, ismimin orada yazmasını isterim.
Başladık çalışmaya..
Ama bir süre sonra bu hesap benim hiç işime gelmez oldu. Zira gececi olan Erdoğan Öztürk, Örneğin bıçakla yaralama vakası oluyor. Sanığı polislerin arasında çekmiş sadece elde bu var. Yaralının fotoğrafı yok, olayın nedeni yok, olaya neden olan 3. bir şahıs varsa onun fotoğrafı yok.
Bir cinayet oldu ise eğer, bulabilirse maktülün bir vesikalık fotoğrafı var. Gerisi? Vukuat defterine yazıyor "Gerisini sabahçılar halletsin" Sabahçı dediği ben oluyorum. İlk haber doğal olarak Erdoğan'ın imzası ile istanbula gece geçiliyor. Atıyorum, "Bahçelievler semtinde yalnız bir kadın ölü bulundu. Polis, konuyla ilgili çalışma yapıyor. Haber ve fotoğraflar: Erdoğan Öztürk" diyor. Haber bitti.
Sabah geliyorum başlıyorum önce cinayet işlendiyse neden işlendi? Nasıl oldu, kim yaptı?. Sanığın fotoğrafını çekiyoruz. Sanığın ifadesinde ne söyledi bunu öğrenmeye çalışıyoruz, öğleden sonra tutuklanacağı için savcılığa gidip, saatlerce getirilmesini bekliyorum. Bununla işimiz bitmiyor. Adamın sorgusu uzadığı için aç açına bazen saat 24.00'de kadar adliyede bekliyorum. Bu sırada Erdoğan saat 18.00'da göreve başlıyor ama büro şefi "Hadi sokakta acil bir olay olursa. Erdoğan'nın o habere acil gitmesi gerekebilir. Sen adliyede bekle, sonucu al öyle evine git" diyor.
Gün içerisinde geçtiğimiz tüm haberler ise Erdoğan Öztürk'ün ilk geçtiği "Antalya'da bir kadın cesedi bulundu" haberine ek geçildiği için hep Erdoğan Öztürk adıyla gazetede haber yayınlanıyor.
Ben garibim, gecenin bir yarılarına kadar adliyede bekliyorum. Gece 24.00'da son detayı da haber olarak geçtikten sonra eve git, yat. Sabah erkenden yine işe git. Sonra yine Erdoğan'ın iki satır geçtiği haberin arkasını toparlayacağım diye uğraşıp duruyorum. Doğal olarak özel haber yapamıyorum. Bu nedenle imzamda gazete sayfalarında olmuyor.
Hafta başı geldiğinde yapılan toplantılarda Erdoğan bir çok özel habere imza atmış oluyor ama benim haber sayım düşük. Bu nedenle bir de üstüne fırça yiyorum.
Bazen geceden kalma olayları yakalıyorum "Erdoğan gece cinayet işlenmiş. Sen neden yapmadın?" diyerek sıkıştırmaya çalışıyorum. Erdoğan anında cevabı yapıştırıyor. "Ben gece emniyet müdürüyle görüştüm. Bilgim var o konudan. Önemli bir şey değilmiş. Adam sonradan ölmüş" diyor. Emniyet müdürünü arayıp, "Bizim Erdoğan ile gece görüştün mü?" diye soracak halimiz yok. El mecbur inanıyoruz.
Büro şefim Erdoğan Öztürk'ün emniyet müdürüyle arasından su sızmadığına öyle inanmış ki. Ben ne yaparsam yapayım, bunu anlatmanın imkanı yok.
Muhtemelen Dursun abi beni işten atmanın yollarını arıyordu. Bu nedenle benim yerime birisini yetiştirmesi gerekiyordu. Erdoğan Öztürk, heyecanlı, haber koklamasını iyi biliyor. Emniyet müdürüyle, Valiyle arası çok iyi zannediyor.
(Bunu şimdiki aklımla düşününce fark ediyorum. Bir 20 yıl kadar geç fark ettim ama olsun, hiç anlayamayabilirdim de.)
Erdoğan'ın salladığını biliyorum ama ispat edemiyorum.
Bir gün Emniyet Müdürü Belçika'ya gidiyor. Saati öğrendim. Akşam saatlerinde gececi olarak Erdoğan Öztürk gelince büro şefi, istihbarat şefi ve diğer muhabirlerin yanında "Erdoğan gece saat 23.00'da adamın birisi erkeklerle görüşüyor diye kızını bıçaklamış. Bu konuyla ilgili haber yok burada" gibi bir şey salladım.
Erdoğan atladı. "Yok ya dedi. Gece emniyet müdürü aradı beni, biraz sohbet ettik. Bir şey varmı diye sordum. Söyledi bana konuyu. Ama önemli bir şey değilmiş, meyve soyarken kızı üzerine düşmüş" diye anında salladı.
"Emniyet müdürü seni saat kaçta aradı?" dedim. "Bu olay olduktan sonra, hemen aradı. Zaten beni hep arıyor. Gece gel beraber takılalım diyor ama ben gitmiyorum" dedi.
Ben tek kaşımı kaldırarak "Erdoğan gece saat 23.00'da emniyet müdürü Belçikaya uçakta uçarken, telefonla arama şansı var ve karısını, çocuğunu aramak yerine, sırf bu kıytırık bıçakla yaralama olayını söyleyebilmek için uçaktan telefonla seni aradı öyle mi?" dedim.
Kahkahalar havalarda uçuşurken, böylece Erdoğan'ın bir daha "Emniyet müdürüyle görüştüm" cümlelerinin önüne geçmiş oldum.
Bazen öyle şeyler yapıyor ki, düzeltinceye kadar canım çıkıyordu.
Bir gün öyle güzel haber yapmış ki ama sadece olay yerinden fotoğraf var. Haberde şöyle, atıyorum, "Minik Eda, trafik kazasında hem öksüz, hem yetim kaldı" gibi bir şey. Şu plakalı otobüs ile şu şu plakalı özel araç çarpışıyor. Kazada karı-koca ölmüş ve araçta bulunan 4 yaşındaki kız çocuğu hayatta" diye.
Tam 'ağlatan haber'
Sabah geldim, kulakları çınlasın o dönemdeki istihbarat şefimiz Yeşim Ersoy, koydu önüme toparlanacak haberi. Şimdi bu habere gerekli olan önce yaralı ama annesi ve babası ölmüş minik kızın fotoğrafı.
Hastaneye bir gittim. Olayı toparlayıp, yeniden düzenlemenin imkansızlığını görüp derin bir nefes aldım ve Yeşim hanımı aradım. "Abla ben Erdoğan'ın arkasını toparlamaktan bıktım. Bu nedenle kendim özel haber yapamıyorum. Onun haberlerini toplamakla uğraşıyor, bir de üstüne fırça yiyorum. Artık yeter ben bu haberi toparlayamayacağım. Gelsin kendisi yapsın" dedim. Yeşim abla şaşkınlık ve İstanbul merkezden sıkıştırmaları nedeniyle biraz da telaşlı "Olur mu hiç öyle şey. Kızın bir fotoğrafını çekeceksin, bir de sanık otobüs şoförünün" dedi.
Ben ise kararlıkla sözlerimi yineledim "O haberin sadece kaza bölümü ve iki insanın öldüğü doğru. Gerisi tamamen yanlış haber. Bu arkadaş kendi çektiği fotoğrafa bir bakarsa kazaya karışan otobüs değil, 50NC kamyonet olduğunu görecek. Yanındaysa çektiği filme bir bak istersen" dedim. Telefon açık, Yeşim abla filme bakıyor ve tıpkı dediğim gibi kazaya karışan otobüs değil, 50NC kamyonet olduğunu görünce telefonda "Aaaaaa" diye attığı çığlığını duyuyorum.
"Şimdi sıkı dur" dedim.
Kazada otobüs değil, kamyonet var. Özel aracın plakası yanlış, doğrusu şu. Kazaya karışan şoförün adı o değil, bu. Özel araçta iki aile var. Bir karı-koca önde oturuyor, diğer çift arkada oturuyor. Kaza sırasında sağ taraftan araç kamyonete vurduğu için özel aracı kullanan adamın ön tarafta oturan karısı ölmüş. Arkada oturan kadının ise kocası ölmüş oluyor. Çocuk ise arkada oturan çiftin çocuğu. Kaza sırasında yara almadığı için, yakınlarına teslim edilmiş. Yani çocuğun sadece babası ölmüş oluyor" dedim.
Ve o günden sonra benim Erdoğan'ın arkasından haberi toparlama devrim sona ermiş oldu.
Erdoğan kardeşim de herkes gibi paşa paşa kendi haberini takip etmesini öğrendi. Hürriyet'te kaldığı süre içinde ve daha sonra Sabah Gazetesinde manşet olmuş onlarca habere imzasını attı. Bu gün Sabah Gazetesinde gazetecilik çalışmalarını başarılı bir şekilde devam ettiriyor.