Milletvekili performans değerlendirmelerine hafta sonu arası veriyoruz. Sebebi hafta boyunca asılan yüzlerimizi biraz gevşetmek, yanak kaslarımızı üste doğru sıçraması ile meydana gelen dudak kıvrımlarınızın hareketlenmesine gülmek diyoruz ve bu eylem insanı rahatlatıyor. Diliyorum biraz rahatlarsınız.
Beynimin korku bölümünde galiba bir hatadan kaynaklanan nedenle, normal insanların biraz korktuğu ve çekindiği şeyler nedense hiç beni enterese etmez. Mesela yılanı kuyruğundan tutar adeta onunla oynarım. Ama normal addettiğimiz insanların korkmadığı, hatta sevgi sınırlarını aştığı köpeklerden ise korkarım. Böyle enteresan cinsliklerim var. Yaradan böyle yaratmış ne yapalım.
Her neyse bir gün cuma pazarı civarında yeraltı dünyasının erkete tabir ettiği alabacak bir kardeşimizle rastlaştık. Tam erkete yalnız, nerde ne var bilir, kim kiminle her şey bundadır. Bir ayağı aksak, gözler fıldır fıldır bir adam. "N'aber Ümit kardeşim, Nerelerdesin" dedim. Çok gizli bilgi veriyormuş gibi kulağıma fısıldayarak "Abla ben bıraktım o işleri camide namazdan çıktım şimdi" dedi. "Allah kabul etsin kardeşim. İyi olmuş bu işleri bırakman. Çok sevindim" dedim.
Arkamı dönüp yürüyeceğim, alabacaklık karakteri olmuş adam durur mu? "Abla biliyor musun nasıl bu işleri bırakıp namaza başladım" dedi. Boş boş bakmışım yüzüne. Adam soru bekliyor benden. "Ee nasıl bıraktın bakalım" dedim. "Abla bir gece kafam çok iyi, ayakta duramıyorum. Lara'dan dönüyoruz. Balbey Mahallesinin orada Andızlı mezarlığına geldiğimizde mezarlığın içinden büyük bir ışık belirdi. Dilim tutulmuş. Bağırarak, direksiyondaki arkadaşıma sarıldım. Son anda o da gördü panikle direksiyonu kırınca kaldırıma çıktık. Ama arabanın içinde ikimiz birden bağırıyoruz. Arkadaş lastiği yardırmamıza rağmen bastı gaza da kaçtık. Mezarlıkta hayalet vardı ve büyük bir ışık içinde havalanıyor, bazen üstümüze geliyordu. O gün arkadaşımda bende tövbe ettik. Şimdi her gece görünüyor o ışık orada" dedi.
Güldüm geçtim bunların hallerine. Alkol alıp, kafalar 1 milyon olunca 70 yaşındaki kadını 20'lik taze görenler, o kafayla kim bilir neyi ne olarak görmüştür" dedim. Zaten o dönemlerde Sadettin Teksoy diye bir adam çıkmış televizyona, buna benzer ipe-sapa gelmez garip hikayeler anlatıyor. Hazırladıkları acemice efektlerle, büyük gizemler vererek yatırlarda, mağaralarda programlar yapıyor, millet de bundan çok büyük etkileniyordu.
Ama bir süre sonra mezarlıktaki bu ışık yükselme olayını bir çok kişi gördüğünü söylemeye başladı. Duyuyorum, gece saat 24.00'dan sonra geliyor hayalet ve mezarlığın içinde oradan oraya geziyor. Herkes çeşitli hikayeler anlatmaya başlayınca bu işin sırrını çözmeye karar vererek "Dur şu mezarlığa bir de ben gideyim" dedim.
Gece nöbetindeyiz. Kış günü. Felaket yağmur yağdı ve durdu. Saat 01.00'ra gelirken yanıma kameramanımız sevgili Gökhan Çalbay'ı da alarak mezarlığa geldik. Şoförümüz korktuğu için bizimle gelmedi.
Bu günlerde çok başarılı ve ödüllü bir yönetmen olan Gökhan Çalbay kardeşimizin manevi yönü ağır basıyor, korkuyor ama ben bağırıyorum. "Oğlum hortlak-mortlak yoktur. Ben yanındayım korkma. Mezarlıkta şöyle bir dolaşacağız. Sen arkamdan gel, kameranın ışığı ile bana yol göster" diyorum.
Ben önde, Gökhan ardımda girdik Andızlı mezarlığına. Gerçekten ilerde bir ışık gördük. Gökhan başladı bildiği bütün duaları okumaya. Bu arada köpekler havlıyor ve benim köpek korkum depreşti. Hortlaktan değil, köpek korkum nedeniyle geri dönmek istiyorum ama ışığın sırrını çözmek için dayanılmaz gazetecilik merakım var.
Sonunda gazetecilik dürtüme yenildim. Kameranın ışığının yardımı ile bir sopa buldum. Köpek gelirse kendimi koruyacağım. Elime sopayı alıp, başladım yürümeye. Normal şartlarda mezarlığın ortasında yollar var. Mezarlar ada-ada gömüldüğü için yoldan gidebilirsiniz. Ama biz, ışığı görünce ona doğru mezarların arasına daldık. Hani resmen ışığı gören kelebek-sinek gibi gözümüz ışıkta ona doğru yürüyoruz.
DİKİNE GÖMÜLDÜM
Gökhan, korkudan neredeyse ensemde ve nefesini hissediyorum. Yerler ıslak ve yarı yolda iki mezarın arasından geçerken bastığım yer aniden çöktü. Dizlerimden yukarı mezardan içeri dikine gömüldüm. Meğer yağan yağmurdan mezar içeri doğru göçmüş. Önümü göremediğim için, içeri doğru çökmüş mezarın üzerine basmışım. Benim vücut kitle endeksim yüksek olduğu için zaten yağmurdan iyice yumuşamış mezarın içine böylece dikine gömülüp kaldım.
Gökhan ne yapacağını şaşırmış, dualarına devam ediyor. Ben ise yeni aldığım spor ayakkabının derdine düşmüşüm. Mezarın içine gömülünce elbette benim yeni aldığım ayakkabılar, pantolonum, gömleğim mahvoldu.
Gözünüzün önüne getirin. Mezarlıktayız ve yapa yalnızız. Her yer karanlık, derin bir sessizlik. Karşımızda bir ışık var ve ben neredeyse yarı belime kadar bir mezarın ortasına gömülmüşüm. Çıkmaya çalıştıkça, kayıyorum ve çamur nedeniyle mezarın içine daha fazla gömülüyorum.
Sonunda tepem attı.
Bir elinde kamerası ile donmuş kalmış sadece dua eden Gökhan'a bağırarak kendisine gelmesini sağladım. "Tut ulan elimi, çıkar beni burdan" diyorum. Sağ olsun benim güzel kardeşim, "Tamam abla" diyerek tuttu elimden mezardan çıkartıyor. Bu arada ben saydırmaya başlamışım.
Ama ne saydırma. . . Burada ölenin, gömenin, hortlağın, cinin, şeytanın, ışığı tutanın, yakanın ve varsa saydırıyorum. Mezardan çıkacağım diye debelenirken üst tarafımda çamura bulandı. Artık benim dilimi tutabilene aşk olsun.
Elim, yüzüm gözüm tamamen çamur içindeyim. O halde mezarlıktan yola çıksam, vallahi, mezardan kaçmış zombi zannedecekler beni.
"ÇARPACAKSANIZ ONU ÇARPIN"
Ben saydırırken, bir ara Gökhan dikkatimi çekti. Güzel kardeşim benim, kamerayı sol omuzuna almış, eğilerek çevresindeki mezarlara doğru sağ eliyle hani "Oturun oturun" dersiniz ya, bu da "Sakin olun" dercesine elini sallıyor ve kısık bir ses tonuyla "Kusura bakmayın, bu gün biraz gergin. Ben özür dilerim onun adına. Allah'ım ben sadece onun yanında kameramanım ha" diyor.
Bütün sinirim geçti ve gülmeye başladım. İki dakikada beni satmıştı. "Ben kameramanım ha" derken, demek istiyor ki, beni kast ederek "Ne günah işlediyse o işledi. Ben sadece kameramanlık yapıyorum. Hani çarpacaksanız onu çarpın" demeye getiriyor.
Neyse, ondan sonraki yolumuzu sorunsuz geçtik ve ışığa ulaştık.
Birileri bir mezarı ışıklandırmıştı.
Işıklandırılan mezar ise bütün gazeteci arkadaşlarımın "Apandisit ameliyatından öldü" diye haber yaptıkları ama ben hepsini atlatarak bu ameliyatın apandisit ameliyatı değil, o günlerde kadınlar arasında furya olan "Liposuction" yöntemi ile yağlarını aldırdıktan sonra doktor hatası nedeniyle yaşamını kaybettiğini yazdığım Berna Şallı'nın mezarıydı.
Meğer Berna Şallı, karanlıktan korkar, mutlaka bir gece lambası ile uyurmuş. Anneciği Ayşe Şallı, kızının karanlıkta uyumasına gönlü elvermediği için mezarlığın bitişiğindeki kendi annesinin evinden bir elektrik hattı çekmiş ve mezara bir ampul bağlamışlar. Yaşlı anneanne yatmadan önce, torununun mezarına giden seyyar fişi takıp öyle yatıyormuş.
Olay bundan ibaretmiş.
Elbette yine büyük bir habere imza atmıştık.
Ertesi gün bizim gazeteci arkadaşların hepsi mezarlıkta gece nöbetindeydi.
NOT 1: Gökhan Çalbay kardeşime buradan sevgilerimi gönderiyorum. Gökhan kardeşim, o gün korkacaksın diye söylemediğim bir şey daha var. Sen elinle mezardakilere "Kusura bakmayın bu gün biraz gergin" derken senin sağ omuzunun üzerinde belli belirsiz bir kadın gördüm. Önce kamera ışığının bir yansıması olarak değerlendirsem de sonrasında gözlerimin ve beynimin bana bir oyunu diye düşünsem de yıllar boyunca içten içe bunun öyle olmadığını biliyorum. Senden çok senin babana benzeyen, beyaz başörtülü ince-dal gibi bir kadın. Bir anlık gördüğüm bu görüntüde sana müthiş sevgiyle bakan bir kadındı.
Ha bir de sana çaktırmadım ama mezara gömüldüğümde senden daha fazla dua ettim.
NOT: 2: Argoda Erkete, gözcü demektir. Alabacak ise bizim yörede her şeyi merak edip, öğrenip, dedikodu yapan ve bunu bazen böbürlenerek anlatan kişiye denir.