HAFTA SONU YAZISI

Teslime Tosun

Gelmişiz yine hafta sonuna.

Zaman nasıl akıyor, günler nasıl geçiyor anlayamıyorum. Baş döndürücü bir hızla yaşıyor ve hayatımın kalan son çeyreğinden harcadığımın farkındayım.

Paylaşalım o zaman anılarımızdan bir tanesini daha. .

Aslında olay çok dramatik ve tüyler ürpertici bir vaka ama daha sonra sakarlığım nedeniyle başıma gelenler, yaşadıklarım  komik.

Kemer, Arslanbucak mevkisinde hafızam beni yanıltmıyorsa Konya cenahlarından göç etmiş bir aile yerleşir. Bu ailenin 17-18 yaşlarında ergenlikten yeni çıkmaya başlamış bir oğlu vardır. Çevredekilerin anlatımlarına göre aile dini vecibelerini Türkiye iklimine göre biraz fazla abartarak yaşayan bir aile. Kemer gibi turizm bölgesinde yaşayan ahalinin yaşam tarzlarına göre bu halleri fazlasıyla göze batıyor.

Bu aile aynı zamanda bilenen konular nedeniyle çevreleriyle sorunlar yaşamaya başlamaları üzerine komşularını “Ahlaksızlık, edepsizlik ve dinsizlikle” suçlayacak kadar ileri gittikleri için komşularıyla da hayli araları gerginleşmiş.


Derken bir gün, komşularından bir tanesinin 3-4 yaşlarındaki erkek çocuğu bizim “temel üzümü” dediğimiz herkesin bildiği ismi ile “Frambuaz” meyvesinin yabani versiyonu olan dikenli bitki yumağının arasında bulunur. İnsanlar duydukları acı içinde viyaklamayı, önce dikenli bitki öbeğinin arasında kalmış bir köpek yavrusu zannederler. İnleyen sesin olduğu yerde dikenlerin arasında çocuğu bulduklarında onu oradan çıkarabilmek için dakikalarca dikenleri kesmek için uğraşmışlar.

Zavallı çocuk oradan çıkartılıp; acil olarak Antalya Devlet Hastanesine getirilmişti. Aklıma geldikçe içim parçalanır. Çocuğu ilk gördüğüm anda “Yavrucağa kamyon mu çarptı” demişim. Çocuğun kafası aldığı darbelerden dolayı iki katına çıkmış ve yüzü adeta tepsi tabanı gibi düzleşmişti. Burun ile yüz hatları aynı seviyedeydi. Dikenler yüzünden vücudunda kanamayan noktası yoktu. Çok acı çekiyordu ve en ağırı tecavüze uğradığı için anüs kısmı parçalanmıştı.

Öfkeden dişlerimi sıka sıka, durumun vehameti karşısında minik yavrucağın çektiği acıları gördükçe gözümdeki yaşları akıta akıta dört döndüm. Yapacak bir şey yoktu. Ama burada itiraf edeceğim. Hiç abartısız söylüyorum. Zavallı günahsız yavrumun sonraki hayatında çekeceği daha ağır acıları düşündükçe, ruhunda açılan derin yaraların ömrünün sonuna kadar kapanmayacağını bildiğim için “Keşke Allah’ım yanına alsaymış” dediğim anlar oldu. Ama bunu anne olmayan, annelik hislerini bilmeyen benim için böyle düşünmem normaldi. Annesi ise yaralı yavrusunun canı acımasın diye minik ellerinden öperken bile dudaklarını varla-yok arasında dokunduruyordu. Ne de olsa o bir anneydi. Yavrusunu koruyamadığı için kendi kendisini affedemiyordu.

Her neyse, sonunda sanık genç yakalandı ve suçunu itiraf etti. Bu kişi çevresini "Ahlaksızlıkla" suçlayan ailenin oğluydu.

Güvenlik güçleri için bu itirafı destekleyecek argümanlara ihtiyaç vardı. Bu nedenle savcı eşliğinde olay yerinde tatbikat yaptırmak istemişler. Jandarma karakol komutanlığından bu istihbarat bilgisi gelince fırlayıp Kemer’e geçtim. Olay yeri az yukarda biraz dik bir yamaçtaydı.

Ben jandarmadan önce çıktım ve olay yerine yakın bir yerde bekliyorum. Linç edilmesini önlemek için jandarma etrafta güvenlik önlemini aldı. Daha sonra zanlıyı getirdiler. Yamaçta tatbikat başladı. Oğlan minik yavruyu evden nasıl çıkardığını, etrafı zeytinlik ve portakal olan dik yamaçtaki bahçeli alana nasıl getirdiğini anlattı. Burada tecavüz bölümünü anlattı. Daha sonra büyük bir taş bulduğunu, tecavüz sırasında kendisinden geçen baygın haldeki çocuğun başını bu taşa koyduğunu, bir başka taşla ise ezdiğini söyledi. Sonra öldürdüğünü zannettiği bebeğin ayaklarından tutup, dikenlerin arasına attığını tüm soğukkanlılığı ile anlattı.

Bir yandan fotoğraf çekiyorum, bir yandan kamera kaydı alıyorum. Derken ahali bu sapık gence tatbikat yaptırıldığını öğrenince, barikatı filan dinlemeden zanlıyı linç etmek için hücum ettiler. Jandarma komutanları da çok öfkeliler ama bu sapık zanlıya fiske vuramamanın çaresizliği içindeler. Görevleri gereği korumak zorundalar.

Ahalinin ise bir sapığı koruduğu gerekçesiyle jandarma komutanlarına da öfkelendiler ve başladılar taşlamaya. Jandarma dipçiklerle karşılık verirken gözümün önünde resmen bir meydan muhaberesi başladı. Bu arada bir yanımda vatandaşlar, diğer yanında jandarmalar olmak üzere tam ortada kaldım. Atılan taşlar zap diyor sağıma, zıp diyor kafama geliyordu. Çaresiz kalan jandarma komutanı tatbikatı sonlandırıp, sanığı jandarma aracına bindirerek olay yerinden kaçırmak istedi.

Jandarma erleri, sanığı kollarından tutarak ekip arabasına doğru koştular. Ellerinde tahra, dirgen ve taşlar olan ahali de peşlerinden. Bol aksiyonlu film sahnelerinden birisi yaşıyorduk. Bu kaçışmaca, kovalamacayı bir süre çekim yaptım. Stop düğmesine basmadan en arkadan bende yamaç aşağı koşmaya başladım.

Hayli kilolu günlerimdeyim.

Nasıl olduysa benim ayağım bir tökezledi. Abartmıyorum, resmen havada takla atarak aşağı doğru yuvarlanmaya başladım. Ellerinde tahra, dirgen ve taşlar olan vatandaşlar, jandarma ve sanığı kovalarken arkalarından kopan gürültüyü duyunca bir an durdular ve arkalarına bakınca yukardan aşağı doğru dozer gibi gelen beni gördüler. Dehşete kapılıp, önümden çekilmeye, yanlara kaçışmaya çalışırken adeta birbirlerine ezdiler.

Önüme gelene çarptım, altımda kalanın Allah yardımcısı olsun, yuvarlanarak asvalta kapaklandım.

Yerimden kalkamıyorum.

Ama yukarda vatandaşların konuşmaları geliyor bana kadar.

Birbirlerine sesleniyorlar

“Hoyn, neydi lan bizi ezip geçen o öyle?” diye

Bunu fırsat bilen jandarma, asvalta 2-80 kapaklanıp kalmış bana bile bakmadan, bastılar gaza kaçtılar. Savcı bey zaten çok önce kurtarmış canını. 

Zavallı şoförümüz Yusuf Kaptan yetişti imdadıma.

Pantolonum baştan aşağı yırtılmış, bereket önü sağlam ama tişörtümün sırtı boydan boya ayrılmış, papucumun biri ayağımda ama diğeri nerde uçtu ayağımdan belli değil, fotoğraf makinamın objektifi tam karnıma saplanmış vaziyette kalktım yerimden.

Bu halde göreve devam edemeyecektim.

Oram-buram gözükmesin diye Yusuf kaptanın getirdiği yedek tişörtü belime sardım, arkası yırtılmış tişörtümü çekiştirerek kendimi arabaya attım.

Kemer merkeze geldik, pantolon alacağım. Tişörtü ve ayakkabıyı bulduk ama koca ilçede büyük beden pantolon bulamıyorum. Sonunda bir yerde bulduk. Paçaları en az dizinden kesilmelik pantolonu, paçalarının düzeltilmesini bile beklemeden geçirdim üzerime. Paçalarını kıvırdık geriye, haberin devamı için tekrar döndük jandarma karakoluna.

Ez cümle, bu dünyada yapılan kötülüklerin hesabı benim inancıma göre diğer tarafa kalmıyor. Yüce Allah'ımızın hesabını bu dünyada gördüğüne inanıyorum.

Olayın faili o genç, minicik bir yavruya yaptıklarını öbür dünyada değil, bu dünyada çekti. Girdiği cezaevinde yaptıklarının aynısını misliyle kendisine yapıldığını elbette, duyduk ve biliyoruz.  Ona yeterli eğitimi vermeyen, baskılayıp, çocuklarını yasaklara boğup ve bir yerden bu gencin patlamasına neden olan aile de çekti bu dünyada çekeceklerini.

O nedenle, ne yapıyorsak, bir gün aynı şeyi kendimizin de yaşayacağımızı bilerek yapmalıyız. En azından ben böyle yapmaya çalışıyorum.