HAFTASONU EĞLENCESİ 37

Teslime Tosun

Ünlü gazeteci, yazar ve ressam Fikret Otyam’la ilk tanışmam onun minicik bir silahı vardı ve silahı ile ne yapacağını bilmiyordu.

Silahın ruhsat süresi bitmiş, ama o yenilemek istemiyor. Aslında silahı geri vermek istiyor, ama emniyet silahı almıyor. Silahı almıyor ama tabancanın da ruhsatı olmadığı için işlem yapacaklar böyle bir sorunu çözmek için devreye girdiğimde tanışmıştık ve beni çok sevmişti.

Yazdığı yazılar veya eylemleri nedeniyle sık sık polisle, mahkemelerle başı belaya girdiği için biz de sık sık görüşmeye başlamıştık. Hele onun kaldırımda bir arabanın gelip, kendisine çarpma vukuatı vardır evlere şenlik.

Polis, kaldırımda yürürken, kaldırıma çıkan arabanın buna çarpması sonucunda bir de kusur oranı verilince dellenmişti koca usta. Olayı yerinde keşif etmek isteyen mahkeme heyetini sabahtan akşama kadar evinin önünde saatlerce beklerken ettiğimiz sohbetleri unutamam.

Hayranı olup, kitaplarını okuduğunuz gazeteciden Güneydoğu’daki maceralarını dinlemek, yaşadığı absürt olayları kendi ağzından dinlemek benim için bulunmaz saatlerdi. Bu memleketin her köşesinden mitolojik hikayelerin olduğu Homeros’tan başlayan sohbetlerimiz, Baykal gölünde biterdi.

O gün haber yok elimde, ring atıyoruz şoförümüz Oktay Sirkeci kaptanımızla. Derken karşı yolda adamın birisinin elinde bir jop ile bir başkasını kovaladığını gördük. Ben hemen atladım araçtan. Hem koşuyorum, hem makinamın objektifini değiştiriyorum. Zoom takmaya çalışıyorum. Zoom’u taktım, diğer objektifi bol cepli yeleğin cebine attım ve bu arada zoom’la çekebileceğim mesafeye gelince hızla fotoğraf çekmeye başladım.

Elinde jopla önündeki adamı kovalayan kişiyi polis zannediyorum. Adam beni fark ettiği anda, film bitti. Hızla cebimden yeni bir film çıkarttım, makinanın içindeki filmi geri sardım ve yeni filmi taktığım anda joplu adam burnumun dibinde bitmişti.

Normal şartlarda makinanın kayışını sağ elime dolarım ki, birisi elimden almaya kalkışırsa alamaz. Kolumu koparması lazım. Ama birkaç dakikalık film değiştirme sırasında kayışı kolumdan boşaltmıştım. O bir kaç dakika içinde joplu adam, objektiften tuttuğu gibi makinayı elimden hızla çekip aldı.

Ben ise adamı ikna etmeye çalışıyorum, “Bak kardeşim, filmim bittiği için fotoğraf çekemedim. Lütfen makinamı geri ver. Annemin mezarı üzerine yemin ederim ki, fotoğraf çekemedim” diyorum ama adam ikna olmadı. “Tamam filmi alabilirsin” dedim. Makinayı bana vermediği gibi, film bölümünü açamıyor. “Ver ben açayım” dedim.

Filmi gerçekten vereceğim, hem fotoğraf çekemedim, hem de makinamı kırarsa yenisi alacak param yok. Bu nedenle adama yalvarıyorum. Dinlemediği gibi, makinanın arka kapağını açamayınca, birden bire sinirlendi ve makinamı havaya kaldırdığı gibi yere çarptı.

O dakikadan sonra beni tutabilene aşk olsun.

Nasıl delirdiysem artık, adamın üzerine doğru atladığımı hatırlıyorum. Deli deliyi görünce değneğini saklarmış hesabı, adamla göz göze geldiğimiz anda, arkasına bakmadan kaçmaya çalışıyordu. Ben arkasından koşuyorum, adam önümde derken kavşakta durmuş olan megan bir arabaya ulaşmaya çalışıyordu.

Genç adam hızla arabasına bindi, çalıştırdı ama ben de yetiştim arabaya. Arabanın önüne attım kendimi. Kiloluyum ama, koşarak geldiğim için o hızla tek bir hamlede ön kaputun üzerine fırladım, kaputun üzerinde ayağa kalktım. Mecbur durup, arabanın kapısını açıp inmek zorunda kaldı.

Megan arabalar yeni çıkmış ve bu arkadaş da yeni almış arabasını. Daha koltuklarda muşambası duruyor.

“Bak kardeşim, bir insanın malına zarar verirsen nasıl canı yanıyor, şimdi sana bunu yaşatacağım” dedim. Arabanın ön camına bir yumruk vurdum. Nasıl bir hırsla ve deli kuvveti ile vurduysam, ön cam tuzla-buz oldu. O dakikadan sonra arabasının haşatını çıkardım.


Bu sırada meğer Oktay kaptan arabadan inmiş ve hızla benim arkamdan gelmiş. Ben cama yumruk attığım sırada adam bana hamle yapınca Oktay kaptan bunu almış eline, yatırmış asvaltın ortasına yer misin, yemez misin” ağzını burnunun dağıtmış.

Neyse, trafikte geçenler bizi ayırdı filan, geçtik karakola. Bu sırada joplu adamın polis değil, hukuk fakültesi öğrencisi ve batı ilçelerimizden bir belediyenin belediye başkanının oğlu olduğunu öğrendik.

Meğer kovaladığı kişi kardeşiymiş. Antalya’ya gelirlerken yolda iki kardeş kavga etmişler. Bu oğlan arabadan taşıdığı polis jopuyla kardeşini dövmek için peşinden koşuyormuş.

Bu sırada karakola bir avukat arkadaş ile oğlanın belediye başkanı babası geldi karakola ve “Bu çocuk yarın avukat olacak. Sabıkası olursa istikbali gidecek. Ne olur davandan vaz geç. Zararını karşılayalım” dediler. Zaten benim yeniden bir makine alabilmek gibi bir şansım hiç yok. Büro şefimle konuşup okeyledik ve makine almak için bir fotoğraf mağazasına gittik.

Bir yanımda avukat, bir yanında belediye başkanı baba ile mağazadan içeri girdik. Tam bu sırada Fikret Otyam usta da fotoğraflarını tab ettirmek için gelmiş.

Beni görünce “Ooooo kızım sen nerelerdesin ya hu?” dedi. Ben de başımdan geçenleri anlattım. “Fikret baba, saldırıya uğradım. Makinamı kırdı adamın birisi” dedim. Fikret Otyam iyi küfür eder, “Hangi eşeğin sıpasıymış o bilmem ne” deyiverdi.

Arkamda duran belediye başkanı çok bozulmuştu. Ama sakince “Benim sıpam beyefendi, benim sıpam” dedi.

Fikret Otyam bu, laf ağzında, “Arpasını mı fazla verdin de, aslana çifte atmaya kalktı o sıpa” dedi.

Belediye başkanı sessizce başını önüne eğdi. Hiçbir cevap vermedi. Yeni makinanın parasını ödedi ve defoldu gitti.

Sevgili Fikret babanın ruhu şad olsun, nurlar içinde uyusun. Özlüyoruz sohbetlerini, en fazla da ağzına çok güzel yakışan küfürlerini