Siyasetin bir virüs gibi insanları esir alması karşısında bazen şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyorum.
Yıllar önce Döşemealtı’nın en nadide yerlerinden birisi olan Kırkgöz Gölü etrafına ahırdan bozma birkaç yer yapılmış ve duvarlarının üzerine ise “Star gazino, Mavi Ay gazinosu” gibi isimler yazmışlardı. Vallahi “Ben galiba insanım” diyen hiç kimsenin adım atmayacağı yerler.
Bataklık-işletmelerin sahiplerinden karakol komutanlarının da bol bol nemalandığı bu yerlerde, 29. Sınıf kadınlar sahne alırdı. Sahne dediysem gözünüzün önüne gerçek bir sahne filan gelmesin. Yerden 10 santim yükseklikte olan palet gibi şeylerden oluşturulmuş bir yer. Fonda elektro bağlama ile müzik demeye bin şahit isteyen ağır ve yüksek volümlü bir sesle “Yeşil başlı ördek gibi dalsam göllere” türküsü eşliğinde bizim Döşemealtı ve havalisinin erkekleri kendilerinden geçmiş ve huşu içinde tapınırcasına bu türküyü okuyan 29. Sınıf şarkıcı hanımefendiye pamuk paralarını basarlardı.
Evdeki eşi ve çocukları per perişan, akşama kadar pamuk tarlasında çalışırken, evin erkeğinin Antbirlik’den aldığı mazot desteği parasını bir gecede bu bataklıkta verip geçerdi.
Bir süre sonra Döşemealtı’nda arazi satışları başladı ve benim ağabeyim de dahil olmak üzere arsaları teker teker satıp, bu gazinolarda 29. Sınıf şarkıcılara para basmak için sıraya girdiler.
Çocuktum ama çok şaşırıyordum bu olaya. Gazeteciliğe başladıktan sonra ilk defa bir baskın sırasında girmiştim bu ahırdan bozma gazinolardan birisine.
Orada kafayı alkolle yıkamış köylülerimin yüzüne baktıkça mevzuyu kavramıştım. Bu bir virüs gibi bizim köyün erkeklerini esir almıştı.
Düşünsenize herkesin aynı seviyede olduğunu. Köyde kahveye gidiyor, herkese verilen çaydan ona da veriliyor. Aynı demlikte demlenmiş çayı hep beraber içiyorlar. Herkesin iyi kötü bir traktörü var. Durumu az iyi olanların altında bir de arabası var.
Herkes aynı statüde. Birinin diğerine üstünlüğü filan yok.
Ama gazino da öyle mi?
Gazinoya giriyor, “Ali ağa geldi, Mehmet ağa geldi” diyerek önlerinde el pençe divan duran garsonlar. Elbette o garsonların ceblerine verilen bahşişler var. Garson bahşişe göre adama yağcılık muamelesi yapıyor.
Evinde yüzüne bakmadığı elmanın bir yarısı ince ince dilimlenmiş, kırk yıl yemese aklına gelmeyecek portakalın kabuğu soyulmuş, kıvrılmış tabağın bir kenarına koyulmuş. Parlak aliminyum folya ile kaplanmış tabaktaki meyvelerin ortasına bir de bildiğimiz doğum günü pastalarının üzerine konulan mumlar veya parti maytabı ile gazinodakilerin gözleri önünde Ali ağanın masasına getiriliyor.
Hele bir de her yanı lömbür lömbür ama fosforlu ışıklar altında kafası dumanlı adamlara dünya güzeli gözüken 29. Sınıf şarkıcının sahne kıyafetinin olduğu iki göğsünün arasına paraları sıkıştırmak. Hele birde herkes görsün diye bunu defalarca tekrar etmek.
Bu güne kadar eşinden bile böyle hürmet görmeyen, adam yerine konulmayan bizim köylü kendisini yalancı bir kral gibi hissediyordu. Gururu okşanıyor, kendisini diğerlerinden daha önemli hissediyordu. Garsonlar, bir köle gibi iki büklüm etrafından pır dönüyor, bir dediğini iki etmiyorlar.
Hayatta hep ezilmiş bizim gariban Ali Ağanın tüm kompleksleri tatmin oluyordu. Ve bunun bedelini, çoluğunun çocuğunun rızkını garsonlara, yarım dilim elmaya ve 29. Sınıf şarkıcıya ödüyordu.
Ertesi gün, cebinde bir kuruş parası yok ama kahveye gelirken yürüyüşü değişmiş, kendisini çok önemli insan olarak hissederek yürüyordu.
Kendisini farklı hissetmek, önemli insan hissetmek, herkesin etrafında el pençe durduğu bir dünyada yeniden yaşamak için yani sizin anlayacağınız aşağılık kompleksinden kurtulabilmek için her gece mutlaka bir yerlerden para bulup o gazinoya gittiler.
Ta ki, gazinolar kapatılıp, insanları esir alan “Kendini önemli hissetme” hastalığından zorla da olsa kurtulabildiler. “Kendini önemli hissetme hastalığına” tutulmuş köylülerimin çocuklarının bana bir teşekkür borçları olduğunu düşünüyorum. Yoksa şu anda kimsenin elinde arsa, tarla, takat kalmayacaktı.
Gelelim yazıyı bağlayacağımız yere.
Eşref Ural’ı siyaset sahnesinden tanımayan yoktur. CHP’den gitti, Ak Partiye. Sonra dönmek istedi yeniden CHP’ye. Dün öğreniyorum ki, Gelecek Partisine kayıt olmuş. Hem de genel merkezden bir de görev kapmış.
Gazeteler manşet atmış, “Antalyalı Kubi” diye.
Benim tahminimce Sayın Eşref Ural bizim köylülerin yakalandığı virüsün başka bir varyantına yakalanmış.
Ama sonuçta aynı hastalık. “Kendini önemli hissetme hastalığı”
O nedenle, partiler arasında sörf yapıp duruyor. Allah şifa versin.
Sayın Ural, siyasetin sana ihtiyacı filan yok. Siyaset yapmayıver artık.